Kötülüğün Sıradanlığı
Kudüs’te, Hitler’e ve Führer’in emirlerine olağanüstü bir bağlılık gösterdiğini kanıtlayan belgelerle karşılaşan Eichmann, birkaç defa Üçüncü Reich’ta “Führer’in ağzından çıkan her kelimenin kanun sayıldığını” (Führerworte haben Gesetzeskraft) açıklamaya çalıştı. Eichmann’ın sözlerinden, daha pek çok şeyin yanı sıra, doğrudan Hitler’den geldiği sürece bir emrin yazılı olması gerekmediği anlamı da çıkıyordu. Bu nedenle, Hitler’in emirlerini yazılı olarak görmeyi hiçbir zaman talep etmediğini (Nihai Çözüm’le ilgili bu tür tek bir belge bile bulunamadı, zaten büyük olasılıkla böyle belgeler hiç olmamıştı); ama Himmler’in emirlerini yazılı olarak görmeyi talep ettiğini anlatmaya çalıştı. Kuşkusuz olağan dışı bir durumdu bu; “bilgili” hakimlerin yazdıkları kütüphaneler dolusu hukuki içtihat külliyatı, Führer’in ağzından çıkan kelimelerin, sözlü beyanlarının bu toprakların esas kanunu olduğunu gösteriyordu. Bu “hukuki” çerçevede, Hitler’in emrine uymayan her yazılı veya sözlü emir tanım gereği yasa dışıydı…
Yukarıdaki bu cümleler, Hannah Arendt’in 1963 yılında yayınlanan “Kötülüğün Sıradanlığı” isimli kitabına ait. İnsanlık tarihi boyunca birçok savaşlar, katliamlar, acılar yaşandı; insanoğlunun hırsı, kibri yüzünden birçok insan öldü. Bunlardan bir tanesi de yakın tarihteki II. Dünya Savaşı’dır. Bu süreçte çok acılar yaşandığı kesin… Günümüzde Polonya’da ve Polonya gibi diğer birçok ülkede de bu savaşın izlerini hala daha görebilmemiz mümkün. Yahudi Gettoları, toplama kampları günümüzde müzeye dönüştürülmüş durumda.
Kendisi de aslen bir Yahudi olan Arendt, 1906 yılında Almanya’nın Hannover şehrinde doğmuştur. Marburg, Freiburg ve Heidelberg üniversitelerinde felsefe eğitimi almış bir siyaset bilimcidir. Naziler’in Almanya’da iktidara gelmesi ile Fransa’ya kaçmış; bir süre sonra da Naziler’in Kuzey Fransa’yı işgal etmesi ve Yahudiler’in toplama kampına nakledilmesi sebebi ile Fransa’dan ABD’ye göç etmiştir. Hikaye de aslında bundan önce ve bundan sonra başlıyor…
Kötülüğün Sıradanlığı – Konusu
Bu kitaba konu olan kişi, Adolf Eichmann (tam ismi, Otto Adolf Eichmann). Kendisi, Nazi Almanyası’nda bir SS Subayı. O dönemde Yahudiler konusundaki politikaların belirlenmesinde önemli katkıları olan, soykırımın uygulanmasında lojistik yönetimden sorumlu olan ve bu konudaki Nazi uygulamalarında etkin rol oynayan bir Alman subayıdır. II. Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra birçok SS Subayı gibi Adolf Eichmann da Arjantin’e kaçmıştır. 1960 yılında ise Arjantin’de Mossad Ajanları tarafından yakalanmış ve yargılanması için Kudüs’e götürülmüştür. Kudüs’te mahkemeye çıkarılan bu SS Subayı’nın davasını takip edenlerden birisi de Hannah Arendt’tir.
İşte bu dava, her iki kişiyi bir araya getiren olaylardan bir tanesidir. Birisi, yıllar boyunca hiç gözünü kırpmadan insanların ölümüne sebep olan bir subay; diğeri ise sırf Yahudi olduğu için Naziler yüzünden kaçmak zorunda kalan bir insan… Hannah Arendt, 1961 – 1962 yıllarında “The New Yorker” isimli dergi için bu davayı takip etmiş ve bu dava ile ilgili bu dergiye makaleler yazmıştır. Sonrasında bu makaleler, “Kötülüğün Sıradanlığı” isimli kitaba dönüşmüştür.
Bu kitapta Yahudi soykırımının nasıl gerçekleştiğini, sebeplerini, bu süreçte diğer devletlerin rolünü göreceksiniz. Aynı zamanda da Yahudilerin içinde bulunan bazı liderlerin de bu sürecin bir parçası olduğunu okuyacaksınız. Nasıl işbirliği yaptıklarını da… Tüm bu soruları gayet açıklayıcı bir şekilde ele almış yazar. Arendt, Naziler’in sadece Yahudiler’ e karşı değil; bütün insanlığa karşı suç işlediğini ve bunun da kötülüğün ta kendisi olduğunu düşünmektedir. Adolf Eichmann’ in Kudüs’teki davasına gözlemci olarak katılan Hannah Arendt, Naziler’ in yaptığı ve işlediği suçları bildiğimiz “kötülük” kavramından farklı olarak ele almış ve tanımlamıştır. Gözlemleri sonucunda buna “kötülüğün sıradanlığı” ismini vermiş ve böylelikle yeni bir kavram ortaya koymuştur.
Dava sürecinde ortaya çıkan kanıtlar, II. Dünya Savaşı’nda yapılan soykrım hakkında duyduğumuz ve okuduklarımızdan da daha fazla dehşet verici boyutta. Nitekim toplama kamplarında ve toplama kamplarının en büyüğü olan Auschwitz’de yaşananları “kötülük” olarak tanımlamak, Arendt’e göre yetersiz kalmıştır; çünkü bundan daha fazlasıdır.
Sonuç
II. Dünya Savaşı süreci ve sonrası, ilgimi çeken olaylardan bir tanesidir. Dolayısıyla Hannah Arendt’in bu kitabı, bu noktada okumaya değer kitaplardan bir tanesidir. Bu kitapta beni zorlayan tek şey, cümle aralarındaki açıklamalar olmuştur. Cümle arasındaki açıklamaları okurken kaldığım cümleyi tamamlamak ve anlamak için geriye dönüp tekrar okumak zorunda kaldım ki; bu da gerek dikkatimi vermek, gerekse de anlayabilmek açısından benim için biraz zordu. Dolayısıyla kitabı hazmederek okudum ve bu da yavaş ilerlememe sebep olsa da severek okuduğum kitaplar arasında yerini aldı.
Hannah Arendt’in ortaya koyduğu fikirler, gözlemleri sonucunda yaptığı analiz, bakış açısı, yorumu çok çarpıcı. Ki; bu kitabın yayınlanmasının üzerinden 57 yıl geçmesine rağmen hala daha tartışmalara konu olan bir kitaptır. Okumanız ve kütüphanenizde bulunması gereken bir kitaptır bana göre. Eğer bu kitabı okuyanlardan iseniz sizin de yorumlarınızı duymak isterim…
Sevgiler,
Pınar Kaya