YURT DIŞINDA YAŞAMAK (1.Bölüm)
Yurt dışında yaşamak isteyip de “nerden başlayabilirim?”, “nasıl gelebilirim?”, “zorlukları nelerdir?” gibi konular hakkında bana ulaşan çok sayıda okurum oldu. Bu ayki yazımda sizlerden gelen sorular doğrultusunda bir yazı dizisi hazırlamak istedim. Ne gibi durumları göz önünde bulundurmanız gerek, nelere dikkat etmeniz gerekiyor gibi sıkça sorulan konuları anlatmaya çalışacağım.
Yurt dışında yaşamak, özellikle son birkaç yıldır, ülkemdeki birçok kişinin planı dahilinde veya hayali olsa da her şeyden önce büyük bir cesaret gerektiren bir durumdur. Bu yola çıkmaya karar verdiğinizde birçok zorlukları da olacağını kabul etmeniz ve buna göre sağlam plan yapmanız gerekir. Hem psikolojik, hem sosyolojik, hem de maddi olarak buna hazırlanmış olmanız en önemli kriterdir. Her ne kadar turist olarak yurt dışı seyahati yapmış olsanız bile turist olarak bir ülkede bulunmak başka, o ülkede yaşamak için bulunmak başka bir şeydir. O sebeple yurt dışında yaşamak için radikal bir karar aldığınızda, sizin hayatınızı tümden etkileyen bu durum için dersinize iyi çalışmanız gerekiyor. Şimdi bu durumları hep birlikte değerlendirelim…
Yalnızsınız!
Ailenizi, sevdiklerinizi, arkadaşlarınızı, evinizi, yatağınızı, alışkın olduğunuz ortamları, alışkın olduğunuz lezzetleri, vs. gibi bırakıp gitmek, herkesin göze alabileceği kolay bir durum değildir. Türkiye’deyken en ufak bir sıkıntınızda size destek olan sevdikleriniz, yurt dışındayken sizden binlerce kilometre uzaklıkta olacaklar. Onları özlüyorsunuz tabiki, hem de çok… Ama bunu en başta kabul edip psikolojik olarak kendinizi hazırlamanız gerekiyor. İstediğiniz an onlara ulaşamayacağınızı öncelikle kabul edeceksiniz. Ailesini özlediği için burada kurduğu hayatını bozup Türkiye’ye geri dönenler var.
Yurt dışındayken öncelikle barınma ihtiyacınız, sonrasında hayatınızı idame ettirmek için iş bulmanız, banka hesabı açtırmanız, faturalarınızı ödemeniz, yeni ve hiç tanımadığınız insanlarla iletişim kurmanız, vs. gibi aklınıza gelen her türlü konuda başka bir ülkeye gittiğinizde öncelikle yalnız olacağınızı bilmeniz gerekiyor. Yeni bir kültür, yeni bir düzen, yeni bir çevre, vs. tüm bunlara uyum sağlayabilen bir insan olmanız gerekiyor. Bekar iseniz tek başınasınız; evli iseniz de yine eşinizden ve sizden başka kimse yok, yalnızsınız. En azından belirli bir çevre edinene kadar, her şeyi tek başınıza halledeceksiniz…
Bizim gibi evli bir çift iseniz her şeyden önce eşinizin sizinle aynı fikirde olması gerekir, birbirinizi her konuda çok iyi anlayabiliyor olmanız gerekir ki; çıktığınız bu yolda birbirinize destek olup kenetlenebilin. Kenetlendiğiniz zaman, karşılaşacağınız zorlukları da atlatmanız bir o kadar kolay oluyor. Aksi durumda eşiniz sizinle aynı fikirde değilse veya sizinle aynı cesareti göstermiyorsa, yurt dışında geçirdiğiniz her an sizin için sıkıntı olacaktır. Örneğin annesine ve babasına yakın olması için yan apartmanda daire tutan çiftler için binlerce kilometre uzağa gitmek hayal olarak kalır. Evlendiğinde bile annesinden ve babasında uzak kalamayanlar, bu iş size göre değil. Böyle çiftler, haliyle belirli bir süre sonra Türkiye’ye geri dönmek zorunda kalıyorlar. Bunun çocuk oyuncağı olmadığını bilin!
Ülkenin iklimini araştırın!
Yaşamak istediğiniz ülkenin iklimini gitmeden önce mutlaka araştırın. Soğuk bir ülke mi, sıcak bir ülke mi? Bu konu hakkında mutlaka fikir edinin! Ülkenin iklimi bile sizin psikolojinizi etkileyebilir. Her gün yağmur görmek, bazı insanları mutlu ederken bazı insanları mutlu etmeyebilir; bu kişiden kişiye değişir. Örneğin sürekli yağmur, soğuk, bulutlu bir hava görmenin sizi nasıl etkileyeceğinin muhakemesini yapmanız gerekiyor.
Örneğin Polonya’ya göre bizim ülkemiz daha sıcak bir iklime sahip. 4 mevsimi tam anlamıyla yaşayan bir ülkeyiz. Polonya’da kışlar uzun ve çok soğuk geçiyor. Nisan Ayı’nda bile geçen sene (2018 yılında) kar yağmıştı. İlkbahar dönemi de haliyle çok kısa oluyor ve direkt Kış Döneminden Yaz Dönemine geçiş yapıyorsunuz gibi oluyor.
Türkiye’de bol güneş gördüğümüz için soğuk ülkelerdeki uzun geçen Kış Ayları, bizim D vitamininden biraz mahrum kalmamıza neden olabiliyor. D vitamini eksikliği yorgunluk, halsizlik, depresyona varana kadar birçok olumsuz etkilere sebebiyet verdiğinden güneşi az olan ülkelerde D vitamini takviyesi doktor kontrolünde almanız gerekebilir. Dolayısıyla ülkenin iklimini kesinlikle göz ardı etmeyin. Unutmayın ki; sizi sizden başka kimse iyi tanıyamaz!
Başka kültürlere, inançlara, dillere karşı anlayışlı ve saygılı olun!
Şunu unutmayın ki; siz, gittiğiniz yerin kültürünü kabul etmezseniz eğer onlar da sizi asla kabul etmez. “Ben, Türküm! Ben, onların kültürünü kabul etmek zorunda değilim; onlar beni kabul etsin!” mantığındaysanız eğer lütfen yurt dışına gelip de yurt dışındaki düzeni de bozmayın! Nitekim, böyle diyenlerin nasıl bir cehalet içinde ve dışlanmış bir şekilde hayatlarını devam ettirmekte olduğunu gayet iyi gözlemleyebiliyorum.
Dünya üzerindeki her ülkenin kültürü, dili, dini, yapısı, coğrafyası farklıdır. Her ülke, birbirinden farklı ve eşsiz güzellikler barındırır. Bunları keşfedebilmek, yeni kültürler tanımak için öncelikle önyargılarınızı bir kenara bırakmanız gerek. Başka dinden, dilden, milletten insanlarla birarada yaşayabilmenin altın kuralıdır bu; aksi durumda uyum sağlayamazsınız! Yeni kültürler, başka milletten insanlar tanımak kadar heyecanlı ve güzel bir şey yok, emin olun!
Tayland’tan, Japonya’dan, Hindistan’dan, Çin’den, Ekvator’dan, Belarus’tan, İtalya’dan, Ukrayna’dan arkadaşlarımız var; Müslüman olan, Budist olan, Ateist olan, Musevi olan, Hrıstiyan olan arkadaşlarımız var. En önemlisi ve en güzeli ne biliyor musunuz? Biraraya geldiğimizde aramızdaki o sınırlar, o politik durumlar ortadan kalkıyor. Aslında dünyanın ne kadar küçük olduğunu görüyorsunuz. Savaşların, dökülen kanların ne kadar saçma ve gereksiz olduğunu anlıyorsunuz. Hepimizi yaratan Allah ve hiçbirimizin bir başkasından üstünlüğü yok. En güneyde yaşayan ile en kuzeyde yaşayan insan arasında hiçbir fark yok! Hangi dinden, dilden, milletten olursak olalım; hepimiz eşitiz ve hepimiz kardeşiz! Dünya vatandaşı olmasını bilin; çünkü size kazandırdığı tecrübeler, parayla satın alınamayacak kadar değerli…
Yabancı dil bilmeniz şart!
Yurt dışında yaşamak için karar verdiyseniz, ana diliniz haricinde en az bir yabancı dil konuşabiliyor olmanız gerekiyor. İngilizce, hiç şüphesiz tüm dünyada kabul gören bir dildir. Yurt dışında çalışmak, yaşamak için akıcı seviyede İngilizce konuşabiliyor olmanız gerekli. Çünkü; çalışmak için iş bulmanız gerekiyor ve bunun için de iş görüşmesi yapmanız gerek, haliyle geçmiş deneyimlerinizi ve eğitim durumunuzu anlatabiliyor olmanız gerek.
Hastaneye gitmeniz gerektiğinde derdinizi anlatmanız gerekiyor. Oturuma başvurmanız gerekiyor ve bunun için yabancılar ofisindeki insanlara derdinizi anlatabilmeniz için dil bilmeniz gerekiyor. Belediyeye gidip adres kaydı yaptırmanız gerektiğinde dil bilmeniz gerekiyor. Okula gidip öğrenim görecekseniz de dersi anlamanız gerekiyor veya öğretmen soru sorduğunda cevap verebilmeniz gerekiyor. Markette alış veriş yapmanız gerekiyor; ev bulmak için derdinizi anlatmanız gerekiyor, ev sahibi ile anlaşabilmeniz gerekiyor. Tüm bunları yapabilmek için akıcı seviyede İngilizce konuşmanız gerekiyor.
İngilizce haricinde de başka bir dil öğrenmeye de yetkinliğinizin olması önemli. Çünkü; yaşayacağınız ülkenin ana dili, İngilizce olmayabilir. İngilizce ile yukarıda saydığım işlerinizi halletseniz bile eninde sonunda o ülkenin konuşulan dilini öğrenmeniz gerekecektir. Buna karşı da hazırlıklı olmanız gerekmektedir. Dolayısıyla yaşadığınız yerin dilini de yavaş yavaş öğrenmeniz, ileriki yıllar için size katkı sağlayacaktır.
Yurt dışında Çalışabilmek!
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; kimse sizi kollarını açıp da beklemiyor ve bildiğiniz üzere ülke olarak, Avrupa Birliği ülkesi değiliz. Avrupa Birliği vatandaşı olmadığımız için de yurt dışında çalışma yarışına bu ülkenin vatandaşına göre 1-0 geride başladığımızı belirtmek isterim. Peki, bunu nasıl avantaja dönüştürebiliriz?
Yurt dışında hem yaşamak, hem de çalışabilmek için en önemli kriterlerden birisinin İngilizce olduğunu bir üst maddede belirtmiştim. Çalışmak için en önemli diğer kriterler ise iyi bir eğitim görmüş olmanız, yurt dışında da kabul gören iyi bir meslek sahibi olmanız ve mesleğinizde de profesyonel anlamda deneyim sahibi olmanız gerekiyor. Çok iyi becerilere ve teknik bilgilere sahip olabilmeniz gerekiyor ki; gittiğiniz ülkede işverenler sizin bu becerileriniz karşılığında size para ödeyebilsin.
Yani sizi diğer adaylardan öne çıkaran ayrıcalıklarınızın olması gerekiyor; çünkü buradaki rakipleriniz Türkiye’deki rakiplerinizden daha zorlu ve dişli. Mesela bir Romanyalı, bir Türk’ten çok daha iyi İngilizce konuşuyor. Romanyalı’nın önüne geçebilmeniz için onlardan daha da iyi İngilizce konuşabiliyor olmanız gerekiyor. Bununla da yetinmeyip ana diliniz ve İngilizce haricinde başka diller de konuşuyor veya öğrenme aşamasında olmanız gerekiyor. Öğreneceğiniz her yeni bir şey, unutmayın ki; size artı olarak geri dönecektir ve aynı zamanda gelişime açık bir insan olduğunuzu da gösterir. Örneğin ben, İngilizce ve İtalyanca biliyorum; ek olarak, başka diller de öğreniyorum. Bunun faydasını da çok fazla görüyorum.
Bir değer önemli kriter ise mesleğinizin, ilgili ülkenin hükümetine katma değer sağlaması gerekiyor. Yurt dışında aranan, önde gelen ve kabul gören meslek grupları mühendisler ve doktorlardır. Mühendis veya doktor iseniz yurt dışında “Yüksek Vasıflı Göçmen (High-Skilled Migrant)” olarak çalışırsınız. Ben ve eşim, Bilgisayar Mühendisi olduğumuz için Avrupa Birliği ülkelerindeki ve birçok gelişmiş ülkelerdeki hükümetlerin de bu meslek gruplarına sahip kişileri destekleyip önlerini açtığını biliyor ve görüyorum! (Bu konudaki diğer detaylara, bir sonraki yazımda değineceğim.)
Küçük dağları siz yaratmadınız!
Toplum olarak, egolarımızı törpüleyebilmiş değiliz. Kibirli bir toplumuz; bu konuda Amerikalılar ve Fransızlar ile yarışırız. Vatanımızdan kilometrelerce öteye bile egomuzu ve “küçük dağları ben yarattım!” imajını taşımakta üzerimize yok… Haliyle yurt dışında yaşarken, on metre öteden ülkem insanını yürüyüşünden direkt ayırt edebiliyorum. Lütfen, Türkiye’den ayrılırken egonuzu ve kibrinizi de geride bırakın! Bilmenizi isterim ki; sadece boş başak dik durur…
Bir mekanda yan masanızda kahve içen saçı başı dağınık insanın üç tane üniversite bitirmiş ve “Profesör” ünvanına sahip biri olması mümkün… Kıyafetinizin veya ayakkabınızın hangi marka olduğunun bir önemi yok. Aynı kıyafeti isterseniz iki gün arka arkaya giyin, kimse sizi dış görünüşünüze göre yargılamıyor veya kimse sizin dış görünüşünüzle ilgilenmiyor. Dışarıya eşofmanla veya makyajsız çıktınız diye kimse size “veremliymiş” gibi bakmıyor! Parktaki bankta yanınıza oturan kişinin belediye başkanı veya bakan veya başbakan çıkma olasılığı yüksek… Yolda yürürken yanlışlıkla size çarpıp da “özür dilerim” diyen insan, bir şirkette CEO olarak çalışan biri olabilir. Yani etiketiniz ne olursa olsun, en nihayetinde herkes alt tarafı bir insan!
Nezaketi elden bırakmayın!
Toplumumuzda unutulan ve ne acıdır ki; “enayilik” olarak görülen nezaket kavramını yurt dışında gördüğünüzde “insan” olduğunuzu hissedersiniz. Teşekkür etmek, özür dilemek, başkasının hakkını yememek, saygılı olmak, toplumda sıra beklemek, müsaade istemek, toplumda yüksek sesle başkasını rahatsız etmemek gibi kavramlar yurt dışında önemlidir. Bunlara uymadığınız takdirde toplumdan tepki veya uyarı alacağınızı bilin!
Hatta öyle ki; toplu taşıma araçlarında bu kurallara uymayan ülkem insanı uyarı aldığında hemen – Türkiye’deki gibi – diklenip tartışmaya başlıyorlar. Yurt dışındaki insanlar, toplumu bozan bu gibi insanları haklı olarak içlerinde barındırmak istemezler. Varşova’da bundan dolayı dayak yiyen bazı ülkem insanı bu olayı maskeleyip “Türkler’e karşı ırkçılık yapıyorlar!” adı altında lanse ettiği olmuştur…
Yukarıda açıklamış olduğum bu gibi davranış bozukluklarını ancak okumayan, eğitime ve bilime önem vermeyen toplumlarda görebilirsiniz. Dolayısıyla Türkiye’den başka bir ülkede yaşamak istiyorsanız, nezaket ve görgü kurallarını yeniden hatırlamanız gerekmektedir!
Üzgünüm; ama yurt dışında Türkler’e fazla güvenmeyin!
Şu bir gerçek ki; başarıyı desteklemek yerine köstekleyen, fikirleri dinlemek yerine hemen dalgaya vuran bir toplumuz. Birbirini tutan, bilgiye ve tecrübeye değer veren bir millet değiliz asla! Çocuğunun tablet kullanmasını, kendisinin güne gitmesini astronomik bir olay sanıp senin kat ettiğin yolları ve verdiğin mücadeleyi bir anda silip atan insanları, Türkler’den başka bir millette görmedim. Kendisi bir fikir üretmiyorsa veya üretemiyorsa “başkası da üretmeyecek!” kafasında.
Şeytanlığımızı dünyanın öbür ucuna kadar taşıyan milletiz. “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur!” sözü koca bir yalan; aksine Türk’ün en büyük düşmanı yine bir Türk’tür. Türkler, yurt dışında sizinle çıkar için yakınlaşmaya çalışıyorken yabancı uyruklular sizinle sadece “siz” olduğunuz için arkadaşlık kurmak veya yakınlaşmak ister. Tabii, her iki durum için de istisnalar hariç… Yol, yordam bilmiyorsunuz diye sizden para koparmak için yakınlaşan insanlara aldanmayın. Dil bilmeniz bu yüzden önemli; kimse sizi kolay kolay kandıramaz. O sebeple yurt dışına çıktığınızda kendi milletimizden insanlarla kuracağınız ilişkilerde lütfen seçici ve dikkatli olun!
Ukraynalılar’a, Çekliler’e, Polonyalılar’a veya başka millete baktığımda ise birbirlerini öyle tutup destekliyorlar ki; anlatamam! Birbirlerini nasıl tuttuğunu – akraba olmasalar da aynı milletten olmaları yeterli – gözlerinizle görmeniz lazım. Kendi insanımdan görmediğim samimiyeti, ben üzülüyorum diye benim için gözyaşı döken insanı, Taylandlı dostumda gördüm. Dostluğun, insanlığın ve sevginin dili, dini, ırkı yok. Kendi insanımdan görmediğim samimiyeti ve manevi desteği, yedi kat yabancıdan gördüm. Akraba olmanın, dost olmanın, millet olmanın ne demek olduğunu diğer milletlerden görün! Toplumumuz ne yazık ki; akraba, dost veya millet olmanın ne demek olduğu bilincine vakıf değil. Çoğunlukla, toplum olarak birbirimizi tutmadığımız için bir yerlere gelemiyoruz zaten.
Sözünüzün eri olun!
Yurt dışında her sözünüz senettir! İnsanlar, söylediğiniz söze güvenir ve buna göre de hareket eder. Sözünüzde durmadığınızda hayal kırıklığına uğrarlar. Çünkü; çoğu insan “kötülük” kelimesinin ne olduğunu bilmiyor. Toplum olarak, insanları kandırmaya biraz fazla alışmışız. Birçok Avrupa ülkesinde geçmişte yaptığımız vukuatlarımızı duyuyorum ve yaptığımız bu vukuatlardan dolayı da bazı yasalar değişmiş veya yeni kurallar eklenmiş. Ülkeler, bu olaylardan kendilerine ders çıkarmışlar… Haliyle geçmişte yapılan her türlü olumsuz davranış, adımızın kötüye çıkmasına da sebep olmuş.
Polonya’ya ilk geldiğimizde ev ararken “Nerelisiniz?” sorusuna karşılık, “Türküz!” dediğimizde “Türkler’e ev vermiyorum!” diyip direkt konuyu kapayan ev sahiplerine denk geldik. Sonradan öğrendik ki; zamanında buraya öğrenci olarak veya çalışmak için gelen Türkler, ev sahiplerini kazıklamış. Ev sahibinden evi kiraladıktan sonra ev sahibine hiçbir haber vermeden odalarını başka kişilere kiralayıp bundan gelir elde etmişler. Konratta yasal olarak bir kişinin imzası görünüyor; ama evde kalan ve konratta da ismi geçmeyen birden fazla kişiler – Polonya’da yapılan kira sözleşmelerinde, evde kalacak her bir bireyin ismi ve imzası bulunmaktadır – olduğunu ev sahibi öğrenince tabi olay oluyor ve özellikle ileri yaştaki ev sahipleri de Türkler’e karşı tedirgin yaklaşıyor.
Diyebilirsiniz ki; sadece bizde mi, onlarda da sahtekarlık veya adam kandırma yok mu? Her millette olduğu gibi burada da var. Ama ben Türk’üm ve beni kendi toplumum ilgilendirdiği için bizim yaptığımız yanlışlara değiniyorum ki; düzeltebilelim ve daha iyi bir toplum olabilmek için adım atabilelim. Öte yandan Türkler’i sevdikleri de yadsınamaz bir gerçek… Sözünüzün eri olun ki; adımız güzel anılsın!
Bir sonraki yazımda, sizlerden gelen sorular doğrultusunda “yurt dışına yaşamak için nasıl gelebilirim?” konusuna değineceğim. Yeni yazımda görüşmek üzere; sevgiler…
Pınar Kaya