turkiye-seyahatinde-gozlemlediklerimiz
Almanya,  Yurtdışı Deneyimlerimiz

Türkiye Seyahatinde Gözlemlediklerimiz

Merhaba,

En son, Türkiye’ye Kasım 2018’de gelmiştik. . 2019 yılının Yaz Dönemi’nde Polonya’dan Almanya’ya taşınmamız, sonra salgının başlaması… Biz de risk almamak için 2020 yılında da gelememiştik Türkiye’ye. Nihayet, aşılarımızı da olduktan sonra geçen ay, üç yıl aradan sonra ilk defa Türkiye’ye geldik. Pandemiden dolayı uzun süredir göremediğim ailemi bu vesileyle az da olsa görme şansım oldu. Kısa süreliğine yapmış olduğumuz bu yolculukta karşılaştığımız birçok şeyi de – Türkiye’de yaşarken de sürekli sorguladığım ve rahatsızlık duyduğum – yine gözlemleme şansım oldu. İster istemez bazı şeylere hayıflanıyor insan… Dolayısıyla, bu yazımda sizlere Türkiye Seyahatinde Gözlemlediklerimiz konu başlığı altında yanlış olan noktaları ve Almanya ile arasındaki farkı paylaşmak istiyorum. Öyleyse, başlayalım…

Türkiye Seyahatinde Gözlemlediklerimiz – Kâğıt Üretimi

Türkiye’ye gelince her ay yazı yazdığım ve bu sayede sizlerle buluştuğum Kocaeli Gazetesi’ni ziyaret etme ve her gün vatandaşa ulaşmasını sağlayan arkada çalışan birçok değerli kişiyi de görme şansım oldu. (Yeri gelmişken de yüz yüze tanışma ve konuşma şansı yakaladığım herkese misafirperverliği ve sıcak karşılamaları için bir kez daha teşekkür etmek isterim.) “Gazete” denilince akla ilk gelen, ana hammaddesi olan kâğıt gelir. Cumhuriyet döneminin ilk kâğıt ve karton fabrikasının temeli 1934 yılında kâğıt mühendisi Mehmet Ali Kâğıtçı tarafından İzmit’te atılmış. Ülkemizde ilk kâğıt üretimi, 18 Nisan 1936’ya tekabül ediyor. Bu ilk kâğıt fabrikasının 1934 yılındaki adı, Sümerbank Selüloz Sanayi Müessesesi imiş. Sonra, 1955 yılında Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları İşletmesi, yani SEKA adını alıyor.

Yani biz, düne kadar kendi kendimize kâğıt üreten ve yerli kâğıdımızı kullanan bir ülkeydik. Sonra, SEKA gibi Cumhuriyet’in değerli kazanımlarından birini kapatıp da yurt dışından döviz endeksli kâğıt ithal eden bir ülke haline geldik. Haliyle bu dışarı bağımlılık da maliyetin artması, gazete ve kitap fiyatlarının da artması demektir. Günümüzde birçok şeyde olduğu gibi kitapların pahalılığından şikâyet edenlerin önce, SEKA’nın neden kapatıldığını ve neden kâğıt ithal ettiğimizi sorgulamaları gerektiğini düşünüyorum.

*

Gelelim, Almanya’ya… Almanya da bizim gibi mi yapmış acaba? Almanya, ilk kâğıt üretimine bizden tam 616 yıl önce, 1320 yılında başlamıştır. Düşünün, bu konuda Almanya bizden kocaman bir 6 asır önde. O tarihten günümüze kadar da kâğıt üretimine devam etmektedirler. Almanya’nın kâğıt endüstrisi de Avrupa’da bir numaradır. Yani, bir de sadece üretmekle kalmamışlar; bu konuda Avrupa’da söz sahibi olmuşlar. 3.000 çeşit kâğıt cinsi ile cirosu 14.9 milyar Euro ve yıllık üretimi ise 23.2 milyon Euro’dur. Biz ise hem Almanya’dan 616 yıl sonra (1936’da) ülke olarak kâğıt üretmeye başlamışız, hem de 69 yıl sonra (2005’te) SEKA’yı kapatmışız. Çok zengin(!) olduğumuzdan olsa gerek ki; daha fazla üretmeye gerek duymamışız ve düğünlerdeki gibi oynayanlara paramızı saçmayı tercih etmişiz. Gel de hayıflanma… Dünya’da kendi fabrikasını kapatıp da dışarıya bağımlı olan başka bir ülkeyi “örnek” olarak gösterebilir misiniz? Soruyorum neden? Hangi mantığa dayanarak bu yapıldı?

Türkiye Seyahatinde Gözlemlediklerimiz – Huzursuzluk ve Mutsuzluk

Türkiye’de insanlar o kadar mutsuz ve huzursuz ki; bunu her yerde rahatlıkla görmek mümkün. Koskoca ülkede, insanlar sadece birkaç şehirde ekmek parası kazanmaya çalışıyor. Haliyle bu da şehirlerde kaos yaratıyor. Düşünüyorum; nüfus olarak Almanya da 80 milyonluk ülke, Türkiye de… Ama Türkiye’deki gibi toplumun çoğunluğunu birkaç şehre sıkıştırmıyorlar. Sanayi ve iş olanakları sadece birkaç şehirden ibaret değil. Ki; bunu daha önce, “Halkını Birkaç Şehre Sıkıştırmayan Ülke: Almanya” isimli yazımda detaylı bir şekilde anlatmıştım. Hal böyle olunca Almanya’daki şehirlerde dinginlik ve bir huzur hâkim. Türkiye’deki şehirlerde ise huzursuzluk, tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük hâkim. İşte, bu da ülkenin ve halkının çıkarlarını gözeten yönetim ile kendi çevresini ve cebini düşünen yönetim arasındaki farka en güzel örnektir. Bizzat yaşayınca bu farkı daha iyi anlıyoruz!

Türkiye Seyahatinde Gözlemlediklerimiz – Toplu Taşıma Araçlarındaki Şoförlerin Tavırları

Toplumun her kesiminde saygısızlığı ve bencilliği görmemiz mümkün. Aynı durumu trafikte ve toplu taşımalarda da mümkün. Trafikte yaya geçitlerinde yayalara yol vermemek, bunun en güzel örneği. Buna ek olarak, değinmek istediğim bir başka nokta ise 65 yaş üstü vatandaşlarımızın seyahat hakkı. Bu insanlarımız, yıllarca çalışıp didinmiş ve devlet de ona 65 yaşından sonra ücretsiz seyahat hakkı tanıyor. Hal böyleyken, Türkiye’de 65 yaş üstü insanların ücretsiz seyahat etmesine özel halk otobüslerinde çalışan şoförler, burun kıvırıp utanmadan yolcuya laf söyleyebiliyor. Bunu özellikle Kocaali’deki özel halk otobüslerinde çok gördüm. Bu hakkı, devlet vermişken çoğu şoförün vatandaşa tepki vermesi ve bazen yolcuyu almamasının ardındaki niyeti anlayamadım. Vatandaşla sürekli tartışmalarının mantığını anlayamadım.

*

Almanya’da da emekli vatandaşlar için özel indirimli biletler mevcut. Herhangi bir şoför, bırakın Türkiye’deki çoğu şoförler gibi vatandaşa laf söylemeyi bunun konusunu dahi açamaz. Şikâyet edildiği an da görevden alınır. Çünkü Almanya’da Türkiye’deki gibi her önüne gelen kolay kolay şoförlük yapamaz. Bunun için birçok sınavdan ve eğitimden geçerler. Yeterli olgunluğa erişmemiş insanları da toplu taşımada şoför yapmazlar. Denetimleri sıkıdır ve her şikâyeti dikkate alıp ona göre aksiyon alırlar.

Türkiye Seyahatinde Gözlemlediklerimiz – Gürültü Sorunu

Türkiye’de çoğu kişi ve hatta halkın büyük çoğunluğu, başkasını rahatsız etmekten asla çekinmiyorlar ve bunu nedense kendilerine hak görüyorlar. Bunu hangi akla ve mantığa sığarak yapıyorlar, anlamak mümkün değil… Her yerde müthiş bir gürültü var. Gece saat kaç olursa olsun, insanlar gürültü yapmaktan ve başkasını rahatsız etmekten asla çekinmiyorlar. Hasta insanların olabileceğini, sabahın erken saatinde işe giden insanların olabileceğini asla düşünmeyen çoğunluk… Uyarmaya çalıştığınızda da hatasını kabullenmeyen, zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışan cehalet ve bencillik… En dehşet verici şey ise bu bencilliğin normalleşmesi…

*

Almanya’da ise hafta içi saat 20:00’den sonra gürültü yapmak, apartmanda yaşıyorsanız çamaşır makinesi gibi gürültü çıkaran ev aletlerini kullanmanız yasak. Gürültüye örnek olarak yüksek sesle müzik dinlemek veya televizyon seyretmek, evde tadilat yapmak (duvara çivi çakmak, duvar delmek gibi), başka insanları rahatsız edecek şekilde sesli konuşmak gibi gürültü yapan her türlü şey yasaktır. Hatta bir önceki oturduğumuz evde akşam saat 22:00’den sonra duş alınmasının dahi yasak olduğu kira kontratımızda belirtilmişti. Resmi tatil günleri de dâhil olmak üzere Pazar günü de gürültü yapmak, temizlik yapmak yasak. Bunlara herkes uymak zorunda, uymayanlar ise uyarılıyor ve uyarıldığı halde aynı davranışları sergileyenlere illaki yaptırım uygulanıyor. Bu, Almanya’da yaşamayı sevmemin en büyük sebeplerinden biridir. Kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yoktur! Bu, bu kadar açık ve nettir.

Türkiye Seyahatinde Gözlemlediklerimiz – Sonuç

Yukarıda bu saydıklarım, yeni şeyler değil. Yazının ilk başlarında da belirttiğim gibi Türkiye’de yaşarken de beni rahatsız eden şeyler, bunlar. Hatta bundan çok daha fazlası var ve hepsini buraya sığdırmam mümkün değil. “Belki bir umut…” diyerek toplum az da olsa birçok konuda bilinç geliştirmiştir diye düşünmüştüm; ama yanılmışım. Yine, bir hayal kırıklığı… Üç yılda hiçbir ilerleme kaydedilmemiş maalesef. Birçok toplum ilerlerken, biz yerimizde dahi sayamıyoruz; aksine, daha da geriye gidiyoruz. Ülkemin bir genci ve bireyi olarak, ben bunları hazmedemiyorum. Bunca kötülüğü ve yozlaşmayı siz nasıl hazmedebiliyorsunuz? Anlam vermekte zorlanıyorum! Daha iyi günlere uyanmak dileğiyle… Yeni yazımda buluşmak üzere, hoşça kalın!

Pınar Kaya

Kaynak: http://www.mopak.com.tr/kagidin-tarihcesi

4 Yorum

  • Elçin

    Pinar hanım merhaba… Çarpık kentlesmenin getirdiği gürültü çok dogal bir sorun.. Kağıt konusuna değinmek isterim. Stuttgart ta bir basılı yayın dağıtım merkezinde çalışıyor arkadaşım.. Bütün yazılı materyal Polonyadan geliyormuş.. Kağıt olarak Polonya kağıdı kullaniliyormus öyle anlatmıştı kendisi… BW nin neredeyse tüm dergileri, gazeteleri her gece Polonyadan yollaniyormus.. Daha ucuzmus kağıt orda çünkü…
    Ben TR de herseyin kolay erisilebilir, ucuz, olmasını seviyorum. 2 ayda bir ev tadilatı yaptiramazsiniz Almanya’da 4 sene sürer en az.. Yani Almanya’nin da problemleri var. Ozellikle hep zarar ettiriyorlar insani tadilat işlerinde. Toplu tasima çok pahali. ISMEK gibisi yok..mesela.halk eğitim merkezleri pek yetersiz..

    • Pınar Kaya

      Merhaba Elçin Hanım, arkadaşınızın söylediklerini değil; kendi gözlemlerinizi anlatın lütfen. Bize de eşimiz, dostumuz, akrabamız zamanında bambaşka Almanya anlattı; ama söylediklerinin hepsinin yalan olduğunu kendi gözlerimizle gördük. Ben, sizin gibi bana başkasının söylediğini değil; kendi gözlemlerime ve yaşadıklarıma dayanarak anlatıyorum. Sizin bizzat yaşadığınız deneyim varsa bana onunla gelin lütfen! Polonya’da ucuz vergi olduğu için birçok fabrikalar, yerleşkesini Polonya’ya taşıdı. Dolayısıyla, Almanya’nın da Polonya’da birçok fabrikası var. Bu, Almanya’nın kağıt ürettiği gerçeğini değiştirmez. Mesela IKEA, İsveç’indir; ama fabrikası Polonya’dadır. Bu, IKEA’nın İsveç malı olduğu gerçeğini değiştirmez. Biz, iki sene Polonya’da da yaşadık. Polonya’yı da iyi biliriz. “2 ayda bir ev tadilatı yaptıramazsınız” demişsiniz. Kim, Türkiye’de iki ayda bir ev tadilatı yaptırıyor? Bizim de çevremizde 2 ayda bir mobilya değiştiren yakınlarımız var ve hepsi şuan iflasla mücadele ediyor. Kaldı ki; iki ayda bir ev tadilatı yaptıracak gücü yok vatandaşın. Almanya’da şuan oturduğumuz ev, ikinci evimiz. İkinci evimize taşınırken arada 3 ay gibi bir zaman dilimi vardı. 3 ayda ev, gayet güzel bir şekilde tadilattan geçti. Bunu da deneyimledik yani. Türkiye’deki birçok sözde ustalar gibi baştan savma iş yapıp da havadan para kazanayım derdinde değiller. İşinin hakkını da veriyorlar. Sizin söylediğiniz gibi de 4 sene sürmüyor. Türkiye’de her şey ucuz değil artık; çünkü artık hiçbir şeyi kendimiz üretmiyoruz. Türkiye, kendi kendine yetebilen 7 ülkeden biriydi. Tarıma elverişli topraklarımızda her şeyi biz kendimiz üretirken, Allah’ın mercimeğini bile Kanada’dan ithal ediyoruz. Toplu taşıma pahalı mı? Almanya’da toplu taşıma ve kiraların pahalı olduğu ilk şehir, Münih’tir. Ki; Türkiye ile kıyaslandığında (Euro’yu TL’ye çevirmeden ve her iki para birimini de birim bazında düşünerek) yine Türkiye’den ucuza denk geliyor. Almanya’da aylık kartımla tüm hafta sonu ve hafta içi de sadece akşam 18:00’den sonra bir kişiyi ücretsiz yanımda taşıyabiliyorum. Siz, Türkiye’de hangi aylık kartınızla yanınızda bir kişiyi ücretsiz taşıyabilirsiniz? Ben; hem birçok ülke dolaşmış, hem Polonya’da yaşamış, hem de sonrasında Almanya’ya taşınmış ve iki senedir de Almanya’da yaşayan biri olarak yazıyorum. Hiçbir yazımda da “Almanya’nın problemleri yok” diye bir iddiam yok. Ama şu da bir gerçek ki; oturmuş bir sistemi var. Kendi cebini dolduran, en ufak bir yolsuzluk yapan yöneticiler bedelini fazlasıyla ödüyorlar. Bunda halkın eğitimli ve bilinçli olmasının payı da büyüktür. Biz de ise yolsuzluk, hırsızlık, bencillik, kendi cebini doldurma yetmiyormuş gibi yakın çevreleri de besleme arşa ulaşmış durumda. Almanya’nın bu oturmuş sistemi sayesinde de çoğu insan burada çalışmaya üşenip sosyâl yardımlarla dahi rahatlıkla geçinebiliyor. Gıda, bir lüks değil; bir ihtiyaçtır. Et, süt gibi temel gıdalara insanlar rahatlıkla ulaşabiliyor. Türkiye’de ise bu zor. Dolayısıyla Türkiye’de sizin söylediğiniz gibi her şey ucuz değil. Sizin gibi herkes şanslı değil, “Türkiye’de her şey ucuz” diyecek kadar… Ayrıca ISMEK’e hiçbir zaman ihtiyaç duymadım, şahsen. ISMEK’in karşılığı Almanya’da Volkhochschule’dir ve buradan her türlü eğitimi alabilirsiniz. Aklınıza gelebilecek her türlü eğitimin bu merkezlerde olduğunu biliyorum. Almanya’da yaşamasam ve Türkiye’de doğup büyüyüp orada okumasaydım, orada çalışmasaydım yıllarca inanacağım söylediklerinize… Size tavsiyem, başkasının söylediklerini yine fikir olarak başkasına aktarmayın. Kendi öz fikirleriniz olsun, kendi öz deneyimleriniz olsun! En güzelidir, bu! İyi günler…

  • Elçin

    Ben de 3 senedir Almanya’dayım..tadilat işi de kendi tecrübem..2 ayda 1 değil..hepi topu 2 ayda Almanya’da ‘Haus’ denilen bir evi yalnızca 3000 euro ya baştan aşağı tadilat yaptırdım. 43 senelik yaşamımın yalnızca 3 senesi Almanya’da geçti.. TR de son 4 ayımı geçirdim 35 cente 4 zone luk mesafe gittim..10 cente aldım domatesimi..İSMEK ten 3 sene ücretsiz son kalitee seramik ve fotoğrafçılık eğitimleri aldım.3 sene 1 kuruş ödemeden..VHS de 20 saatlik kurs için kaçyüz euro ödemem gerekli.bunlar benim 3 senelik tecrübelerim..benim öz deneyimlerim..ülkemizin yöneticileri berbat.Tam teksas …muz cumhuriyeti..sayıştay yok.danıştay yok..adam kayırmaca vs vs..onları da deneyimliyoruz.kpss de yapılanlar..intihar edenler..ben sadece almanya çok da reklam edildiği gibi değilmiş diyerek kapayayım..pandemi döneminde okulumuzun 18 ay boyunca canlı eğitim öğretim vermeyi tercih etmeyip yalnızca e-posta atması mesela..dijitalizasyon Stuttgart merkez Gymansiumlarda bile pek yok..çocuklara sahip çıkan bir MEB lığı yoktu.et ucuz süt ucuz da 3 kilo pirzola parasına 1 bilet mantıklı değil.

    • Pınar Kaya

      Herkesin deneyiminin, yaşadıklarının farklı olduğunu belirtmekte bir sakınca görmüyorum. Bu sebeple herkesin sizinle aynı deneyimlere sahip olmak gibi bir yükümlülüğü yok. Size göre bilet pahalıdır, bana göre ise Türkiye ile kıyaslandığında gayet ucuz olması gibi… Herkesin yaşadıkları, eve giren ücret, harcaması aynı değil ki; “şu kesinlikle doğrudur veya bu kesinlikle doğrudur” diyeyim. Aynı eyalette bile değiliz sizinle ki; her eyalete göre uygulamalar / kurallar bile değişiyorken üstelik… “Türkiye’de 35 cente 4 zoneluk mesafe gittim” diyorsunuz. Türkiye’de harcadığınız ve gittiğiniz mesafeyi Euro üzerinden değil, birim üzerinden hesaplamanız lazım. Avrupa’da çalışıp da Euro kazanan birisi için tabiki ucuz gelecektir. Türkiye’de asgarî ücretle çalışan bir insan, sizin gibi “Türkiye ucuz” diyebilir mi? Almanya’nın ekonomik şartlarını ve alım gücünü Almanya içinde kıyaslamanız lâzım. Türkiye’nin alım gücünü de Türkiye şartlarına göre… Her iki ülkeyi bu şekilde kıyaslamak bile yanlış. Sadece şu sorayım: Avrupa’da Türkiye’nin bin birim parasıyla kaç gün yaşayıp da ne alabilirsiniz? Avrupa’nın bin birim parasıyla Türkiye’de kaç gün yaşar ve neler alabilirsiniz? Bu, bile benim kendi deneyimim. Türkiye’den iki hafta önce döndüm. 3 hafta kaldığımız sürece boyunca Avrupa’da kazandığım paranın bin birimini bile harcamadık. Bu şekilde düşünürsek tabiki Türkiye ucuz gelir. Buna rağmen, “Türkiye ucuz” diyemiyorum. Bir de şuan orada para kazanıp da orada yaşayanlara sorun bakalım! Ben, tamamen kendi tecrübelerime ve yaşadıklarıma dayanarak yazıyorum. Yazdıklarım, sizin tecrübelerinizle örtüşür veya örtüşmez. Yaşadığımız yer, mesleğimiz, ilgi alanlarımız, bir yaşam alanından beklentilerimiz bile farklıdır… Hâl böyleyken yaşamadığım ve deneyimlemediğim olayları sadece sizin bakış açınıza göre “doğrudur” nasıl diyebilirim? Siz de kendi deneyimlerinizi yazarsanız sizinle aynı beklentilere sahip insanlara ışık tutabilirsiniz. İyi günler!