Van Gogh ile Yolculuk
Merhaba,
Hem Türkiye’de yaşarken, hem de Polonya’dayken Hollanda’ya birkaç defa gitme şansımız olmuştu. Bu ziyaretlerimiz sırasında hem kuzeyin eşsiz mimarisini görme fırsatı bulmuş, hem de sanatla iç içe olma şansımız olmuştu.
Hollanda’da görülmesi gereken çok güzel yerler ve müzeler var. Bu ziyaretlerimiz sırasında en sevdiğim sanatçıların başında gelen Vincent Van Gogh’un Amsterdam’daki müzesini ziyaret etme şansımız olmamıştı. Ya tatilden dolayı kapalıydı, ya da bilet bulamamıştık.
Aradan geçen zamandan sonra, geçen ay (Temmuz 2023), Hollanda’ya yeniden gitme fırsatımız oldu. Frankfurt am Main ile Amsterdam arasında yaklaşık dört buçuk saatlik bir yol var. Bu seferki gidişimizde Amsterdam’la beraber Giethoorn, Utrecht, Leiden, Katwijk aan Zee gibi yerleri de dolaştık.
En güzeli de bu sefer işimi şansa bırakmadım ve aylar öncesinden Van Gogh Müzesi için biletimi online olarak aldım. Hollanda’ya ne zaman gitsek başka bir dünyaya adım atmış gibi hissediyoruz kendimizi. Ama Van Gogh Müzesi’ni en sonunda ziyaret edebilmek, onun muhteşem eserleriyle karşı karşıya gelebilmek, bambaşka bir duyguydu benim için. Bu yazımda isterseniz Van Gogh ile Yolculuk ‘a çıkıp Van Gogh Müzesi’ni beraber gezelim.
Van Gogh ile Yolculuk – Van Gogh Kimdir
Müzeyi anlatmadan önce size Van Gogh’u anlatmak istiyorum. Ansiklopedilerde veya kitaplarda anlatılan bilgilerle değil de kendi bakış açımla size Van Gogh’u anlatmak istiyorum. Hadi başlayalım:
Tarih yaprakları, 30 Mart 1853’ü gösteriyordu. Hollanda’nın güneyinde, “Zundert” isimli küçük bir köyde, yıldızların altında, tarlanın kenarını belirleyen buğday başaklarının arasında bir bebek ağlıyordu. Bu bebek, Vincent Van Gogh adıyla büyüdü. Vincent başka bir yetenekti, hayalleri ve arzuları olan, çocukluğunun renkleriyle dans eden bir çocuktu.
Zamanla çocukluğunun gündelik sahneleri onun için özel bir anlam kazandı. Toprağın kokusu, soğuk rüzgârın hissi, kuşların cıvıltısı sanatçının ruhunu besledi ve büyüttü. Ancak yeteneği ve hayal gücü onu alışılmadık bir şekilde diğerlerinden ayırdı.
Gün geldi, büyüdü ve insanlarla bağ kurma arzusu onu sanatın büyülü dünyasına götürdü. Çoğunluğun aksine biraz utangaçtı, biraz garipti ve genellikle anlaşılmazdı. Doğanın güzelliğini tuvalde yakalamak için fırçalar ve paletler kullandı. Ressamın kitaplarında hiçbir kural veya formalite bulamadı. Stili, coşkusunu ve renkli hayallerini yansıtıyordu.
Ancak tablolarının aksine Vincent Van Gogh’un hayatı renkli vuruşlarla dolu değildi. Karanlık ve zor zamanlarla dolu bir hayatı oldu. İç dünyasındaki fırtınası, dış dünya fırtınasına dönüştü. Anlayamayacağı şekillerde ona acı ve keder verdiler. Bu süre zarfında heyecan dolu bir ruhla yıldızlar arasında dolaşarak çılgın bir yolculuğa çıktı.
Ancak hayatın garip ironisi, çalışmalarının gerçek değerini ölümünden sonra fark etmesidir. Dünyanın her yerinden insanlar tuvale garip bir aşinalık hissettiler ve derinliğini hissettiler. Aslında hayatı boyunca büyük bir değersizlik hisseden Vincent, ölümünden sonra sonsuz bir değer kazanmıştır.
Vincent Van Gogh, sadece bir ressam değildi; o bir hayalperestti, hayata farklı bir bakış açısına sahip bir ruhtu. Yaşam vuruşları, karmaşık bir acı ve coşku dansını tasvir ediyor. Belki de asıl güzellik, resimlerinin renklerinde ve anlamlarında yatıyor.
Vincent Van Gogh, bir buğday tarlasındaki bir köyde doğup büyüdü. O, hayatının gündelik manzaralarını özel anılara dönüştüren, dans eden bir hayalperestti. Eseri, dünyası ve bu dünyaya açılan pencereleri sınırsız bir coşkuyla resmedilmiş sanat eserleriydi.
Van Gogh Müzesi
Sabahın erken saatlerinde uyanıp Van Gogh Müzesi için hazırlanmaya başladık. Uzun zamandan beri bu anı bekliyordum. Güneş, Amsterdam gökyüzünü altın rengine boyarken, şehrin en büyük hazinelerinden biri olan Van Gogh Müzesi de hafifçe uyanıyor ve günün ziyaretçilerini bekliyor. Kocaman bir binanın içine gizlenmiş bu büyülü mekân, renklerin büyülü dansına ilk andan itibaren insanı kendine âşık ediyor. Sevdiğim sanatçının eserleri arasında olmak, heyecan verici.
Zeminin altında yankılanan ayak sesleri, zamanın ruhunu taşıyan duvarlarla buluşuyor ve sanatçının ruhsal yolculuğuna uzanan o sihirli kapıyı aralıyor. Bu kapıdan geçtiğinizde her şeyi geride bırakıyor insan. Zihniniz bir tuval oluyor ve Van Gogh’un ruhani dünyasına giriyorsunuz.
Salonda dizilen tablolar ve görseller, sizi duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. İçerdiği karakterler canlanıyor ve size bir hikâye anlatıyor. Sadece renkleri ve vuruşları değil, aynı zamanda içlerinde uyuyan derin duyguları da bize aktarmaktadırlar. Her eser, adeta sanatçının yüreğinde saklı olan umutları ve ıstırapları açığa çıkarıyor gibi.
Bana ilham veren ve en sevdiğim tablosu olan “Yıldızlı Geceler (The Starry Night, 1889)” isimli yağlı boya tablosu, New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’nde olsa da diğer birçok tablosunu bu müzede görmek mümkün. Umarım bir gün, en sevdiğim tablosunu da görebilirim. Sizlerle müzede çektiğim tabloların birkaç fotoğrafını aşağıda paylaşmak isterim.
Van Gogh’un mektupları ve eskiz defterleri karşısında büyülenirken, Van Gogh’un hayatının sayfalarını da çeviriyormuş gibi hissediyorsunuz. Çoğu kişi bilmez; ama tablolarındaki renkleri tuvale sürmeden önce o renkteki yün iplerini bir araya getirirmiş. Aşağıda da fotoğrafını gördüğünüz bu yün topları müzede sergileniyor ve onun yüz otuz üç yıl önce değdiği bu yün toplarına bakmak, en duygulandığım andı. Onun hayal dünyasına girip ve onunla birlikte tarlalar arasında, ilkbaharda çiçek açan ağaçlar altında ve yaşadığı şehirlerde adım adım yürüyormuş gibi hissediyorsunuz. Kimi zaman bunaltıcı, kimi zaman çılgınca geçen hikâyelerle yüzleşirken iç dünyanızı keşfetmeye başlıyorsunuz.
Müze duvarları, ziyaretçileri kelimenin tam anlamıyla Van Gogh’un çalışmalarının büyüsüne kaptırıyor. Van Gogh ile Yolculuk yapmanın hakkını veriyor. Zamanın durmuş gibi göründüğü bir an. Onun hayatına dokunup duygularını hissetmek ve sanatının anlamını keşfetmek, bizim için olağanüstü bir deneyimdi.
Müze ziyaretinin sonunda ise Van Gogh Müzesi’nin kapısından dışarı adımımızı attığımızda, içimdeki derin duygusal deneyim devam ediyordu ve hala daha müzenin etkisinden çıkmış değilim. Bu müze, insanın sanat sevgisini daha da içselleştirmeyi amaç edinen bir müze ve bunda da çok başarılı. Bu yüzden Van Gogh Müzesi, bir müzeden daha fazlası; insanları harekete geçiren ve büyüleyen bir yer. Amsterdam’a yolunuz düşerse bu müzeye mutlaka uğramanızı ve Van Gogh ile Yolculuk yapmanızı tavsiye ederim. Sanatla kalın…
Sevgilerle,
Pınar Kaya