almanyada-yasam-maliyetleri
Bilim,  Polonya,  Yurtdışı Deneyimlerimiz

POLONYA’DA BİLİM

Sevgili Okurlar;

Bilim demek; uygarlık, refah, zenginlik ve teknoloji demektir. Bilime sırtını dönen her millet, hiç şüphesiz karanlığa mahkûmdur!” der Emin Çapa, TEDx İstanbul konuşmasında… Bilim, dünya tarihindeki tüm medeniyetler için hep yol gösterici bir ışık olmuştur bu zamana kadar. Bu ışığı takip eden günümüzde birçok ülkeler, gelişmiş ve müreffeh seviyeye bu ışık sayesinde gelebilmişlerdir. Polonya da eğitimin ve bilimin önemini kavramış ve bu yolda yürüyen ülkelerden biridir. Polonya’daki eğitim sisteminin Türkiye’deki gibi ezbere dayalı olmaması da bunun bir kanıtıdır bana göre…

Türkiye’ye kıyasla, 2017 yılında Polonya Hükümeti’nin bilime ayırdığı bütçe, 16 milyar zloty (PLN)’dir. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü olan OECD (Organisation for Economic Co-operation and Development) verilerine göre de bilim ve matematik alanında Polonya’nın notu OECD ortalamasının üzerinde çıkmıştır. Dolayısıyla önümüzdeki 10 yıl içinde dünyanın önde gelen bilim insanlarının Polonya’dan çıkacak olması, bir tesadüf veya şans değil; aksine yürünen bu yolun meyveleridir.

Polonya’nın Geçmiş Tarihine Bir Bakalım…

Polonya’da bilimin tarihine bakacak olursak, çok eskilere dayandığını görürüz. 13. yy’a kadar bilim, yüksek dereceli din adamlarının etrafında gelişmiş ve şekillenmiştir. 1364’te ise Kral Kazimierz Wielki tarafından Krakow Üniversitesi kurulmuş ve üniversitenin kuruluşu, dönüm noktası olmuştur. “Aydınlanma çağı” olarak adlandırılan Rönesans Dönemi’nde, Varşova’da St. Konarski tarafından 1740 yılında Collegium Nobilium Okulu kurulmuştur.

18. yy’da eğitim alanında reform yapan Milli Eğitim Kurulu, takip eden sonraki çağlarda bilimin gelişmesinde çok ciddi temeller atmıştır. O dönemlerin önde gelen ve dünyaca tanınan bilim insanlarından biri, Nikolas Kopernik (Nicolaus Copernicus); bir diğeri de “Madam Curie” olarak bilinen Marie Skłodowska Curie’dir. II. Dünya Savaşı, ülke genelinde derin yaralar açtığı için bu dönem, Polonya için bir durgunluk dönemi olsa da II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1951 yılında, I. Polonya Bilim Kongresi, Polonya’da bilimin canlandırılması için ön ayak olmuş ve ülkedeki en yüksek bilim kuruluşu olan Polonya Bilim Akademisi kurulmuştur. Bu akademi, birçok uluslararası başarılara imza atmış ve günümüzde de bu akademi varlığını devam ettirerek, bilim konusundaki çalışmalarıyla faaliyetlerini sürdürmektedir.

O dönemde yukarıda adı geçen ve bilim tarihine iz bırakan Polonyalı iki bilim insanını size tanıtmadan geçmek istemiyorum. Kimdir bu insanlar ve neler yapmışlardır? Aşağıda size kısaca belirtmek isterim :

Nikolas Kopernik

19 Şubat 1473 yılında Polonya’nın Torun şehrinde doğmuş bir Rönesans Dönemi’nin astronomi alimi ve düşünürüdür. Dört çocuklu bir ailenin en küçük çocuğudur. Amcasının zorlamasıyla İtalya’ya gider ve dönemin önde gelen üniversitelerinde matematik, astronomi, tıp ve hukuk dallarında 6 yıl süren öğretim görmesine rağmen asıl ilgi alanı astronomi olmuştur. Astronomi alanında hiçbir alanda olmadığı kadar bilgi sahibi birisidir. Dünya bilim tarihine geçen teorilerinden biri “Kopernik Teorisi”, diğeri de Dünya ile diğer gezegenlerin Güneş etrafında döndükleri esasını kabul eden “Güneş merkezli Teorisi” dir. Güneş merkezli Teorisi, matematiksel aygıtlar olmadan yapılan Dünya’nın Güneş merkezli mekanizmasının teorik bir açıklamasıdır.

Kopernik’in bu teorisine göre Güneş, evrenin merkezinde sabit bir yerde hareketsiz halde duruyor, gezegenler onun çevresinde dolanıyor ve daha ötelerde de Güneş gibi hareketsiz duran başka yıldızlar bulunuyordu. Daha sonraları Güneş’in evrendeki sayısız yıldızdan yalnızca biri olduğu ve tüm bu yıldızların gezegenler ile birlikte uzayda sürekli hareket ettiği ortaya çıkarıldı.

Kopernik’in Güneş merkezli teorisinin temeli, şu varsayımlardan oluşmaktadır:
  • Gökyüzünde bulunan kürelerin veya dairelerin tek bir merkezi yoktur.
  • Dünya’nın merkezi, evrenin merkezi değildir; sadece yerçekiminin ve ayın merkezidir.
  • Bütün küreler, Güneş onların ortasındaymış gibi dönerler; bu yüzden Güneş evrenin merkezidir.
  • Dünya’nın Güneş’e uzaklığının gökyüzünün yüksekliğine oranı, Dünya’nın yarıçapının Güneş’e olan uzaklığa oranından çok daha küçüktür. Gökyüzünün yüksekliği yanında Dünya’nın Güneş’e uzaklığı fark edilemez.
  • Yıldızlar hareketsizdir. Görünen günlük hareketleri dünyanın günlük dönüşünden kaynaklanmaktadır.
  • Dünya, Güneş’in etrafında bir kürenin içinde hareket eder; bu Güneş’in yıllık yer değiştirmesi şeklinde görünmesine sebep olur. Dünya birden fazla harekete sahiptir.
  • Dünya’nın Güneş etrafındaki yörüngesel hareketi, gezegenlerin hareketinin ters yönde görünmesine sebep olur.

Bu teorisi tam olarak doğru olmasa da Kopernik, o dönemdeki bu çalışmalarıyla astronomi alanına önemli çalışmalar bırakmıştır; içinde bulunduğu dönemin şartlarına göre de yadsınamayacak bir çalışmanın birikimidir. Kopernik’in kuramının yanlış yönlerini ise 17. yüzyılda İtalyan astronom Galileo Galilei ortaya çıkarmıştır.

Kopernik, bu hipotezlerinin birarada bulunduğu bir kitap çıkarmayı, arkadaşlarının ısrarıyla kabul etmiştir. Bu kitabının ismi “De revolutionibus orbium coelestium” olarak geçmektedir. 1542 yılında, Kopernik beyin kanamasından dolayı felç geçirmiş ve 24 Mayıs 1543 yılında, 70 yaşındayken Polonya’nın bir diğer şehri olan Frombork’ta ölmüştür.

Kopernik Bilim Merkezi (Copernicus Science Center)

Kopernik Bilim Merkezi; Varşova’da, Vistula Nehri’nin kenarına ve büyük bir arazi üzerine inşa edilmiş interaktif bir müze olarak hizmet vermektedir. Bu merkez, Varşova’daki diğer müzelerin fiyatlarıyla kıyaslandığında biraz pahalı gelebilir size; fakat, içini gezdiğinizde aslında pahalı olmadığını göreceksiniz. Çünkü; bilet fiyatlarından elde edilen gelir, tamamen bu merkezin bakımı için harcanmaktadır ve de diğer müzeler gibi ücretsiz günü bulunmamaktadır.

Bu merkezde, fizik, astronomi ve kuantum fiziği alanındaki tüm teorileri bir oyun gibi deneyimleme fırsatı bulabilirsiniz. Hangi yaşta olursanız olun, emin olun, ziyaret ettiğinize değecek ve hoşunuza gidecek bir yerdir. İster grupla, ister bireysel olarak ziyaret edin; yılın her günü kalabalık bir ziyaretçi kitlesine sahip olan yerlerden biridir aynı zamanda… İçinde bilim üzerine anlatım yapan sinemadan tutun, test yapabileceğiniz laboratuvarlara kadar her şey mevcuttur.

Polonya’daki okulların çoğu, okul dönemi süresince bu merkeze öğrencileri mutlaka getirirler. Amaçları; öğrencilerin içindeki keşif ve merak duygusunu canlandırmak, bilimi oyunla öğretmek, fikirlerini eğlenceyle birleştirip özgürce olgunlaştırmaktır. Öğrenciler için aynı zamanda bir ders niteliğindedir. Varşova’ya geldiğinizde en az bir gününüzü bu bilim merkezini dolaşmak için ayırmanızı öneririm. Aşağıda da buraya ziyaretimiz sırasında Tayland asıllı arkadaşımız Dahlan Uma tarafından çekilen fotoğrafları paylaşmak isterim. (Bu bilim merkezine ait daha detaylı bilgiye ve bilet fiyatlarına http://www.kopernik.org.pl/en/ adresinden ulaşabilirsiniz.)

Marie Skłodowska Curie

Marie Skłodowska Curie, dünyaca ünlü Polonya asıllı kimyager ve fizikçidir. 7 Kasım 1867 tarihinde, Varşova’da dünyaya gelmiştir. 3 kız kardeşi, bir de erkek kardeşi vardır. 1876’da iki kız kardeşini tifüs sebebiyle, iki yıl sonra da annesini verem sebebiyle kaybetmiştir. Gençlik yılları dönemindeki Polonya; Rus yönetimi altında, Rus Çarı II. Aleksandr tarafından yönetilmekteydi ve o dönemde ülkedeki eğitim sistemi, kadınların üniversiteye gitmesine olanak sağlamıyordu; kadınların üniversitede veya teknik konularda eğitim alması için yurtdışına gitmesi gerekiyordu. Marie Curie de eğitim hayatına devam edebilmesi için para biriktirip Fransa’ya, Paris’e gitmiştir.

Üniversite Hayatı

3 Kasım 1891 yılında üniversite eğitimine başlamış ve 1.5 yıl sonunda sınıf birincisi olarak fizik diplomasını almıştır. 1894 yılında da matematik alanında ikinci diplomasını almıştır. Bu dönemde piezoelektriği keşfeden Pierre Curie ile tanışmıştır. (“Piezokelimesi, Yunanca’da basınç anlamına gelmektedir. Piezoelektrik özellik, mekanik bir enerjiyi elektriğe ya da tam tersi olan elektrik enerjisini mekanik enerjiye çevirebilmektir.) İkisinin de arkadaşlığı, sonrasında aşka dönüşmüş ve 1895 yılında evlenmişlerdir.

1897’de, Henri Becquerel’in duyurduğu uranyum tuzlarının yaydığı ve sonrasında “radyoaktivite” olarak adlandırılacak olan ışın üzerine detaylı çalışmalara başlamıştır. 1898’de toryumun da bu ışınları yaydığını fark etmiş, eşi Pierre de kendi çalışmalarını bırakıp Marie Curie ile birlikte çalışmaya ve kendisine yardım etmeye başlamıştır. Aynı yıl Pierre ve Marie Curie, yeni bir radyoaktif element olan ve uranyumun bozunmasından ortaya çıkan polonyumu keşfetmişlerdir. Bu elemente “Polonyum” ismini vermelerinin sebebi, Marie Curie’nin vatanı olan Polonya’dır ve Polonya’dan esinlenerek bu ismi vermişlerdir.

Başarıları

1904 yılında ise Fransa’da doktorasını veren Marie Curie, bilim alanında doktor unvanını alan ilk kadın olmuştur. Aynı yıl radyoaktivite alanındaki çalışmalarından dolayı, kocası ve Henri Becquerel ile paylaştığı Nobel Fizik ödülünü almış ve tarihte Nobel Ödülü alan ilk kadın olmuştur.

19 Nisan 1906’da at arabasının çarpması sonucu eşi Pierre’nin ölümünden sonra çalışmalarını sürdürmeye devam etmiş ve 1908 yılında Sorbornne Üniversitesi’nde ilk kadın profesör ünvanını almıştır. 1911 yılında hem radyumun, hem de polonyumun keşfedilmesi ve araştırılmasında rol oynamasından ötürü Nobel Kimya Ödülü almaya hak kazanarak; tarihte iki Nobel Ödülüne sahip ilk kişi olmuştur. Tarihte iki Nobel Ödülü alan tek kadın olarak ünvanını hala sürdürmektedir.

1914 yılında Paris Üniversitesi’nde Radyum Enstitüsü kurulmuş ve Marie Curie buraya ilk müdür olarak atanmıştır. I. Dünya Savaşı’nda taşınabilir röntgen cihazlarını yapmış, özellikle bayanların eğitimine önem vermiş ve onlara x ışını teknolojisini öğretmiştir. Varşova’da Radyum Enstitüsü’nün kurulmasında da katkısı büyüktür. 1934 yılında Fransa’nın Savoy kentinde kan kanserinden ölmüştür. Ölümünün sebebi, aşırı miktarda radyasyona maruz kalması olarak görülmektedir. Marie Curie’ye “bilim için ölen kadın” demelerinin sebebi de budur. 20 Nisan 1955’te  Marie Curie’nin ve eşinin mezarları, Fransa’nın ulusal anıt mezarı olan Panthéon’a taşınmıştır. Marie Curie’nin başarılarından dolayı bu şerefe layık görülen ilk kadındır. Kimya alanında radyoaktive birimine “curie” denilmesinin sebebi de Marie Curie’nin radyoaktivite alanında yaptığı çalışmalarından ötürüdür.

Marie Curie Müzesi (Muzeum Marii Skłodowskie Curie)

Varşova’da doğduğu ve yaşadığı ev, günümüzde müze olarak ziyaretçilerine hizmet vermektedir ve ücreti de çok cüzi miktardadır. Geçen ayki yazımda değinmiş olduğum Old Town’a giriş kapısı olarak bilinen Barbican’a çok yakındır. İdolüm ve “ilk”lerin kadını olan Marie Curie’nin doğduğu ve büyüdüğü yeri görmek, dokunduğu ve kullandığı eşyaları görmek, benim için unutulmaz bir deneyimdi. Çünkü; sadece o dönemin değil, günümüzde bile bilim tarihinin en etkili insanı olma özelliğine sahiptir. Kadının, “kadın” sıfatıyla ve de bir birey olarak pek önemsenmediği dönemlerde hedefinden vazgeçmeyerek, yaptığı çalışmaları tüm dünyaya kabul ettirebilmesi muhteşem bir başarıdır.

19. yy’dan kalma defterleri halen yüksek dozda radyoaktiviteye sahiptir ve korumasız olarak incelemek mümkün olmadığı söylenmektedir. Bu defterlerin 3511 yılına kadar radyoaktif faaliyetlerini sürdüreceği belirtilmektedir. Bu müzeyi ziyareti sırasında çektiğim fotoğrafları aşağıda size de sunmak isterim.

Bu müzeyi ziyaretim sırasında dikkatimi çeken şey, görür görmez fotoğrafını çektiğim ve aşağıda da paylaşmış olduğum madalyadır. Fotoğrafta, polonyum ve radyumun keşfedilmesinin 100. Yıl dönümü için UNESCO’nun çıkartmış olduğu madalya görülmektedir. Bu madalyanın önemi büyük; çünkü UNESCO tarafından çıkartılan madalyada ilk defa bir kadın portresine yer verilmiştir. Özellikle bir kadın olarak, ne büyük onur…

5

(Müzeye ait detaylara ve bilet fiyatlarına http://en.muzeum-msc.pl/ linkinden ulaşabilirsiniz. )

Değerlendirme…

İnsanlar konusunda daha az, fikirler konusunda daha çok meraklı olun.” Demiştir, Marie Curie… Bu sözden yola çıkarak; Türkiye’de günümüzde bir moda(!) haline gelmiş bir davranış türü mevcut. Evinizden dışarı çıktığınız anda komşunuzdan başlayarak toplu taşıma da dahil olmak üzere insanlar, sizi hep gözleriyle takip ettiği gibi rahatsız da eder. Bu durum, Türkiye’deyken beni çok rahatsız eden bir durumdu açıkçası.

Polonya’ya geldiğimde gördüm ki; kimse kimseyi bakışlarıyla rahatsız etmiyor. Burada sizin ne giydiğiniz, kılık ve kıyafetiniz, nereye gittiğiniz önemli değil ve diğer insanların inanın umurunda da değil. Burada sizin fikirleriniz, sizin yaptığınız işin kalitesi, dürüstlüğünüz ve de çalışkanlığınız önemli…

İşte, Marie Curie’nin söylediği sözlerin kilit noktası da burada aslında. Fikirler, bilim aynı zamanda sizin dünyaya olan bakış açınızı değiştirir. İnsanların birbirine olan davranışlarını şekillendirir ve size saygıyı, mütevaziliği öğretir. Çünkü; ne kadar çok bildiğinizi varsaysanız da aslında hiçbir şey bilmiyorsunuzdur. Bildikçe ve öğrendikçe, bilmediklerinizin ne kadar çok olduğunu öğrenirsiniz. Isaac Newton ki; yerçekimi teorisini açıklamış o olağanüstü zekaya sahip insan; yerçekimi teorisini açıklığa kavuşturduktan sonra “Uçsuz bucaksız gerçekler denizi önümde keşfedilmemiş, bekliyor.” demiştir.

Neden Gelişemiyoruz?

Öte yandan “İlim Çin’de de olsa gidip alınız!” Diyen Hz. Ali’ye rağmen, İslam Ülkeleri’nin bilim konusunda gelişememelerinin altındaki temel sorunun saygı olduğunu düşünüyorum; yani kadın veya erkek olarak insanları cinsiyetine göre ayırt etmeden, ne giydiğini veya ne yaptığını önemsemeden, bireylerin etnik kimliğini veya inancını sorgulamadan, en önemlisi de dalga geçmeden fikirlere / düşüncelere karşı “şeytan icadı” veya “gavur işi” diye etiketlemeden önce dinlemesini ve de saygılı olmak gerektiğini öğrenememiş olmak…

Bunu kendi ülkemde ne yazık ki; gerek öğrenim hayatım boyunca, gerekse de iş hayatım boyunca, üstelik 21. yy’da hala daha kazanılmadığını deneyimlemiş bulunmaktayım. Polonya’daki insanların en büyük özelliği, yukarıda da belirttiğim gibi her türlü fikirlere karşı önce saygılı, sonra da açık olmalarıdır. Bu sadece Polonya’da değil; dolaştığımız diğer Avrupa ülkeleri için de geçerli. Sizin fikirlerinizi, alay etmeden dinlerler. Sonuç olarak; bilim yolunda ilerleyen her toplumun bu bakış açısını edindiğini görebilirsiniz.

Millet Olarak Ders Almamız Gerek!

Ülkemiz genelinde, yakın zamanda millet olarak ne kadar kitap veya gazete okuduğumuz, kültür-sanat-tarihe olan ilgimiz gibi alanlarda bir araştırma yapılmış. (Bu tablo, Yazar Turan Akıncı tarafından ‘Turan Akıncı’nın Kitapları’ isimli grubunda paylaşılmıştır.) Bu araştırma sonucunda oluşturulan tabloyu aşağıda sizinle de paylaşmak istiyorum ve tablodaki rakamlara dikkat etmenizi önemle rica ediyorum.

6.jpg

Yukarıdaki tablo, şuan ülke olarak gelinen durumu hazin bir şekilde gözler önüne sermekte aslında. Öncelikle şunu sormak isterim : Sizce okumayan bir toplum, 21. YY’da katma değeri yüksek bir teknoloji üretebilir mi veya gelişmiş ülkeler seviyesine erişebilir mi? Bu sorunun cevabı gayet açıktır diye düşünüyorum. Bu paylaştığım üzücü tablo, ülkemi kötülemek için değildir kesinlikle. Aksine, eksik olduğumuz noktaları bilelim ki; sorunumuza doğru çözüm üretebilelim.

Dünya tarihine dahi lider olarak geçen, her söylediği sözü altın değerinde olan ve “Gözlerimizi kapayıp, yalnız yaşadığımızı varsayamayız. Ülkemizi bir çember içine alıp dünya ile ilgilenmeksizin yaşayamayız. Tersine gelişmiş, uygarlaşmış bir ulus olarak uygarlık alanının üzerinde yaşayacağız; bu yaşam ancak bilim ve fenle olur. Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve ulusun her bireyinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için bağ ve koşul yoktur.” Diyen Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün anlatmak istediklerini Türk milleti olarak çok başka anlamışız ne yazık ki!

Sonuç

Türk Ulusu ki; “ulus” olabilme şerefine nail olmuş, Göktürkler’den bile önce Çin’de yüz yıllar boyunca hakimiyetini sürdürmüş, Hindistan’da iz bırakmış ve Avrupa’ya tarımı ve hayvancılığı öğretmiş… Bir Türk ulusu olarak, bizim potansiyelimiz Polonya’dan kat be kat üstündür. Yukarıdaki bu tabloyu değiştirmek, sadece benim görevim değil; Türk vatandaşı olan hepimizin bir görevi ve de boynumuzun birer borcudur. Atalarımız’ın bize emanet ettiği bu topraklar için bir ahde vefadır. Bu vatanı, daha ileri seviyelere taşımak zorundayız! Bu tablo sizi endişelendirmiyorsa, düşündürmüyorsa; endişelendirsin ve düşündürsün! Ki; gelecek nesillerin yüzüne utanarak değil, gülerek bakabilelim!

Bir sonraki yeni yazımda görüşmek dileğiyle; sevgiler…

Pınar Kaya