Ortaya Karışık
Her göçmen kuşların bir hikayesi vardır, her hikaye kendi özelinde değerli ve farklı olsa da aslında her hikayenin illa ki; bir ortak noktada buluştuğu anlar vardır. Bu yazılarım sayesinde göç etmiş, göç etme sürecinde olan veya göç etmek isteyen birçok insanla iletişim kurdum. Elimden geldiğince yol göstermeye, yardımcı olmaya çalışıyorum. Hepsinin hikayesi var; ama özellikle çocuklu ailelerden duyduğum ise genellikle “ona daha iyi bir gelecek kurmak ve onun daha iyi bir eğitim almasını sağlamak” oluyor… Son zamanlarda ülkemizde sayısı artan göç edenlerin çoğunun ortak sebebidir; ülkemizdeki gelecek kaygısı, fırsat eşitsizliği, artan mutsuzluk, insanlardaki umursamazlık, toplum bilincinin olmaması, eğitimin kalitesizliği!
Gitmemizin en önemli sebepleri…
Yukarıdaki bu fotoğrafı görünce bizim de 2 yıl önce ülkeden gidişimiz aklıma geldi. Ülkeden giderken “Biz de Gidenleriz…” isimli yazdığım yazıyı ve o anki duygularımı anımsadım. Bizim gibi gitmiş ve gitmek isteyenlerin sebeplerini aslında tek bir karede anlatan, çok güzel bir örnek.
Ülkemiz’deki her yaş grubundan insanın çoğu mutsuz ve de umutsuz! Bu umutsuzluk ve mutsuzluk, özellikle üniversite döneminde veya mezunlarda çok daha hakim! Ülke olarak saçma sapan bir kısır döngüde debelenip duruyoruz ve şu kısacık ömür heba olup gidiyor. Ülkemizde artan işsizlik, adalete güvenin her geçen gün azalışı, gelecek kaygısından insanların sosyal faaliyetlere ve diğer fırsatlara zamanı kalmadığı gibi buna imkan da tanınmıyor.
Bizim gibi uzun yıllar iş hayatında çalışmış, buna rağmen artık boğulduğumuzu, nefes alacak ortamın olmadığını görmek ve artan mutsuzluğumuzu dindiremiyor olmak, yapmak istediklerinizi yapamamak ve tüm bunlar bir araya gelince insanı başka çözüm yolları aramaya itiyor. Çünkü; bize bahşedilen, sadece bir tane yaşama hakkımız var ve bunu en iyi şekilde yaşamak, her bireyin hakkıdır! Ülkende kalmak, sevdiklerinden ayrılmamak için debelendikçe başarısız olduğunu görmek… Hepsi bir araya geliyor ve bir bakıyorsunuz, sizin de serüveniniz başlamış…
***
Geçenlerde de ülkemizle ilgili öz değerlendirmelerin yapıldığı Almanya hakkında çok güzel bir yazıya denk geldim. Duygularıma tercüman olan, üstelik de Türkiye’de çalışırken benim yöneticim olan saygıdeğer Erhan Köseoğlu’nun yazısından kendime not olarak aldığım 3 maddeyi aşağıda sizinle de paylaşmak istiyorum:
” * 1. Dünya Savaşında Almanlar kaybedince biz de kaybettik.” cümlesini okuduk. Almanya’ya geldiğim ilk gün bu cümleyi düşünmüştüm. Ekonomik yapıyı vs. bir kenara bırakalım. Bugün sadece toplumsal olgunluk seviyesine, bireylerin eğitimine, katma değer yaratabilme becerisine baktığımda evet kesin; ama Almanya kaybetmemiş. Her ne olduysa iki dünya savaşı atlatan bu ülke kendi coğrafyasında ve dünya sahnesinde her konuda standartları belirleyen, sosyal kültürel ve ekonomik açıdan ilk sıralarda yer alan, inovasyonun, teknolojinin, üretimin, verimliliğin temsilcisi bir ülke haline gelmiş.
* Denetleme kültürü bizde kurumlara, kişilere, otoritelere bırakılmışken Almanlar’da bu iş, tamamen topluma delege edilmiş. Yani kendi kendini yöneten bir toplum olmayı hedeflemişler. Siz çöp attığınızda peşinizden bir komşunuz gelip acaba çöplerinizi geri dönüşüme uygun bir şekilde attınız mı diye bakması, aracınızı yoldaki çizginin 2 cm üzerine çektiğinizde bir bisikletlinin durup sizi uyarması son derece doğal ve hatta kişilerin üzerine alınmayıp teşekkür ettiği bir davranış biçimi.
* ZENGİNLİK, bizim için fiziki görüntüde farklı olduğunuzu sembolize edecek varlıklara sahip olmak iken Almanlar için zenginlik beşerî sermaye demek. Münih kenti, Almanya’nın zenginlik sıralamasında Frankfurt’tan sonraki 2. şehri ve BMW, Audi, Siemens, Bosch, Adidas, MAN gibi büyük şirketlerin de ana merkezi. Tüm bu zenginliğe rağmen insanların yaşam biçimi, giyim şekli, varlıklı kişilerin genel tavrı, duruşu size en ufak bir rahatsızlık hatta farklılık hissi vermiyor. Beşerî sermaye esas olduğu içun gelirlerinin %26’sını tasarruf etmeye ayırıyorlar, ikinci el kıyafet giymeyi bir ihtiyaç değil; ülke ekonomisine katkı olarak görüyorlar.” (Erhan Köseoğlu, “kurumsalevhanımı” isimli blog’tan)
Yukarıdaki bu 3 maddeyi kendi ülkemle kıyasladığımda biz asla bu seviyeye gelemedik, görünen o ki; bundan sonra da gelemeyeceğiz.
Biz neden Almanya gibi olamıyoruz?
Ülkemde eğitim örselenip cehalet yüceltilirken, tüm ülke değerlerimiz satılıp üretim bitirilirken biz nasıl gelişmiş medeniyetler seviyesine erişeceğiz? İlkokul dönemimi hatırlıyorum, yerli malı haftamız vardı. Şimdi nerede kaldı o hafta? Kendi kendine yetebilen 5 ülkeden biriyken, böylesine dışa bağımlı hale gelmiş olmak…
Ne acıdır tarım ülkesiyken şekerin, mercimeğin, buğdayın, patatesin, çayın, ayçekirdeğinin, nohudun, samanın bile dışarıdan ithal ediliyor olması; ne acıdır hayvan yetiştiriciliğine dahi elverişli topraklarımız varken etin dışarıdan ithal ediliyor olması… Bir de diğer tarafta, topraklarında portakal yetişmeyen ve Konya Ovası büyüklüğündeki Hollanda’nın portakal ihracatında ve pazarlamasında dünyada başı çekiyor olması… Biz, ne zaman ülke olarak uyanışa geçip kafamızı kumdan çıkartacağız? Eğitimin, bilimin, üretimin ülkenin kalkınmasında rol oynayan en önemli değerler olduğunu ne zaman anlayacağız?
Türkiye’de herhangi bir konuda kimi uyarabilirsiniz? Bir de uyardığınızda kim size teşekkür eder? Örneğin Türkiye’de toplu taşımada herkese rahatsızlık veren birini güzel bir şekilde uyardığınızda aldığınız ve karşılaştığınız tepkiyi düşünün! Haksızken bile üste çıkma çabaları ve özür dilemesi gerekecek yerde, aksine olayı başka bir boyuta taşımaları… Hatalı bile olsa hatasını kabul etmeden tartışmaya dönüşüyor olay. Toplum bilincinin oluşması için öncelikle insan, “benmerkezcilik” ve “bencillik”ten sıyrılması gerekiyor. Toplum bilincinin oluştuğu yerde de eşitlik, adalet, düzen ve sayı olur.
“Zenginlik” nedir?
“Zenginlik” kavramı ise ülkemizde en iyi ev, en lüks araba, en pahalı kıyafetler ile değerlendiriliyor. Dış görünüşe veya alınan metalarla değerlendiriliyor ve haddinden fazla bu gibi şeylere önem veriliyor. Türkiye’de birçok insan pazardan kıyafet alan kişiyi bile – akılları sıra – ayıplarken, Türkiye’de kaç kişi Almanya’daki gibi ikinci el kıyafet alışverişi yapar? Almanya’daki insanların ihtiyacı olduğundan veya durumları olmadığından değil; aksine yukarıda da belirtildiği gibi bu, ekonomiye katkıdır Almanya’da. Son model arabaya, cep telefonuna sahip olmak, Türkiye’de ne komiktir ki; sosyal statü(!) olarak görülüyor.
Halbuki Avrupa’daki araba fabrikalarının birçok üst düzey yöneticileri, hala daha eski model arabaları kullanmaktadırlar; çünkü bu gibi metalar ile sosyal statü elde edilmeyeceğinin bilincine sahipler. Ülkemdeki bu durum, toplumun kültürsüzlüğünü ortaya koymaktadır. Çünkü; bunlardan başka sergileyecek bir şeyleri yok! Bilgisi, eğitimi, donanımı olmayan insanlar sadece eviyle, arabasıyla, dış görünüşü, vs. ile ön plana çıkmak ister. Türkiye’deki insanlar, bu anlamsız şeylerden sıyrıldığı an, boş egosunu ve kibrini yıktığı gün, işte o zaman ülkemiz yol kat etmeye başlayacak!
Sonuç
Ben ise ömrümün sonuna kadar ülkemin daha iyi yerlere gelebilmesi için Cumhuriyet’in yetiştirmiş olduğu bir mühendis ve de kadın olarak bir şeyler yapmaya, bu uğurda mücadele etmeye, yazmaya devam edeceğim. İnanıyorum, 1 kişi dünyayı değiştirebilir! Sevgilerle…
Pınar Kaya