halkini-birkac-sehre-sikistirmayan-ulke-almanya
Almanya,  Yurtdışı Deneyimlerimiz

Halkını Birkaç Şehre Sıkıştırmayan Ülke: Almanya

30 Ekim 2020 günü, Ege Denizi’nde meydana gelen depremle sarsıldık. Gelen haberler, üzücü… Ege Bölgesi’nde yaşayan, depremi hisseden herkese, canım ülkeme geçmiş olsun; hayatını kaybeden insanlarımız için de rahmet dilerim.  Deprem, ülkemizin gerçeği ve hepimiz bunu biliyoruz; fakat bunca senedir depremden ders almadığımızı ve yerinde saydığımızı görmek üzücü. Deprem olup bittikten ve canlar yitirildikten sonra her seferinde yöneticilerin aynı şeyleri tekrar etmesini samimi bulmuyorum. Çünkü; hepsi, lafta kalıyor. Çürük binaların, yapıların malzemeden çalınarak yapılması, bina yapılmayacak yerlerin rant için imara açılması, vs. Ama her şeyden önce, benim için göze batan ve ülkemizin en temel sorunu şudur:

*

Türkiye’nin her şehrinde üretimin, sanayinin, eğitim imkanının olmaması ve haliyle insanların belirli şehirlere göç etmek zorunda kalması… Her deprem haberinde yüreğim ağzıma geliyor – Allah korusun – “Marmara olmasın” diye… Gönül ister ki; hiçbir şehrimizde deprem olmasın ve hiç can kaybı olmasın. Fakat; demek istediğim şey, çok başka… Marmara ve İstanbul demek, Türkiye demek. Maalesef, öyle mantıksız bir sistemimiz var ki; maddi, iş ve eğitim imkanı anlamında Türkiye çoğunlukla birkaç şehirden ibaret. Örneğin çoğu en büyük şirketlerin genel merkezleri İstanbul’da bulunuyor, sanayi denince ilk akla gelen şehir ise Kocaeli… 

*

Hal böyle olunca da insanlar, çeşitli nedenlerden dolayı doğduğu köyü, ailesini bırakıp büyük şehirlere göç etmek zorunda kalıyor. Sadece İstanbul’da kayıtlara göre 16 milyon insan yaşıyor, kayıtlı olmayanlarla birlikte bu rakamın daha da fazla olduğunu düşünüyorum. İstanbul; gerek artan trafik, gerek artan nüfus ve haliyle artan inşaatlardan dolayı nefes alınamayacak hale geldi. Betona gömüyoruz şehirlerimizi ve göz ardı ediyoruz bir gerçeği, depremi… Oysaki; ne kadar da burnumuzun dibinde ve doğa bize her seferinde hatırlatıyor. Her hatırlatışında da o güç karşısında insanoğlu olarak da ne kadar çaresiz olduğumuzu görüyoruz. Depremi engelleyemeyiz; lakin aklımızı kullanıp binalarımızı daha sağlam yapabilir ve insanları belirli şehirlerde yaşamaya mahkum etmeyebiliriz. 

*

Düşünün ki; İstanbul – sadece tek başına – birçok Avrupa ülkesinden büyük. Hem nüfus, hem de yüzölçümü olarak… Üzerine deprem gerçeğini de eklersek yapılması gerekenler, çok… Türkiye gibi dört mevsimin yaşandığı, her bölgesinin tarım anlamında elverişli olduğu, yeraltı kaynakları bakımından da zengin olan, üç tarafında da farklı denizlerin olduğu kaç tane ülke sayabiliriz? Hal böyleyken ve böylesine değerli topraklara sahip bir ülkeyken her şehrimiz, neden aynı imkanlara sahip değil? Neden insanlar, yaşadığı şehirlerden imkansızlıklar nedeniyle başka şehirlere göç etmek zorunda kalıyor? Tarımla uğraşan, hayvancılıkla uğraşan insanlarımız neden toprağına küsüyor? 

Peki, Almanya’da da böyle mi?

Almanya, deprem açısından Türkiye gibi çok fazla riskli bir ülke olmasa da Almanya’daki hafif ve orta şiddetteki deprem bölgeleri Köln, Frankfurt, Stuttgart gibi şehirlerin de içinde bulunduğu Batı ve Güneybatı’ da bulunan şehirleridir. Eğer Almanya da Türkiye gibi deprem açısından riskli bir ülke olsaydı önlem, disiplin, şehirlerdeki dağılım açısından değişen bir şey olmazdı. Çünkü; Almanya’da şirketler, okullar, üniversiteler, fabrikalar, vs. tek bir şehirde konuşlanmamış. Tek veya birkaç büyük şehrine insanları göç etmek zorunda bırakmıyor. Çoğunlukla her şehrinde şirketler, iş imkanları, fabrikalar, eğitim imkanları bulunmaktadır. İlk aklıma gelen şehirleri örnek olarak sıralayayım… 

Münih’te BMW fabrikası, Ingolstadt’ta Audi fabrikası; Stuttgart’ta Mercedes ve Porsche fabrikasının yanı sıra elektronikte öncü olan Bosch gibi firmalar da önemli istihdam sağlamaktadır. Stuttgart’ın bir diğer önemli özelliği ise her 100.000 kişiye 1.300 patent düşmektedir; yani “Almanya’nın mucit şehri Stuttgart’tır” desek yanlış olmaz. Daha önce adı pek duyulmayan, 124.000 nüfuslu “Wolfsburg” isimli şehirde ise Volkswagen’in fabrikası bulunmaktadır.

*

Sonra… Frankfurt, sadece Almanya’nın değil; Avrupa Birliği’nin de finans merkezidir. Avrupa Merkez Bankası başta olmak üzere daha birçok banka ve büyük şirketler, Frankfurt’ta bulunmaktadır. Bir diğer şehir, Hamburg, Almanya’nın liman şehridir. Avrupa’nın en büyük ikinci limanına sahiptir. Berlin, başkent olması sebebiyle de hem diplomat şehri, hem öğrenci şehri, hem de birçok şirket ve sanayi kuruluşların bulunması sebebiyle caziptir.

Essen, endüstri ve maden şehridir. Erlangen” isimli şehri ise hem öğrenci şehri olarak, hem de en çok üniversite diplomasına sahip şehirdir. Bu şehirdeki nüfusun üçte biri üniversite diplomasına sahiptir. Yazının en başında gördüğünüz fotoğraf, detaylı olmasa da Almanya’daki şehirlerin istihdam dağılımını gösteriyor.

*

Tarıma gelince Almanya’da çiftçiler, toprağına küsmüyor. Çünkü; Almanya’da arazilerin yarısı tarım amaçlı olarak kullanılmaktadır. Almanya, gelirinin her dört Euro’sundan birini ve gıda sektöründe de her üç Euro’dan birini ihracattan elde etmektedir. Almanya, Amerika ve Hollanda’dan sonra dünyanın en büyük üçüncü tarım ürünleri ihracatçısıdır. Tarım alanlarını canlı ve yaşanabilir kılmak ve korumak, Almanya için bir gerekliliktir. Tarımsal alan, Almanya’nın toplam yüzölçümünün yaklaşık %90’ınına tekabül etmektedir ki; bunun da yarısından fazlası tarımsal amaçlı kullanılmaktadır. Dolayısıyla Almanya’da, kırsal kesimde yaşam hâlâ devam etmektedir. 

Ve bunun gibi daha birçok örnek sıralanabilir. Bu örneklerden de görüldüğü üzere Almanya’da toplam nüfus, Almanya’nın her şehrine dağıtılmıştır ki; olması gereken de budur! Sadece iş imkanı veya tarım anlamında değil üniversiteler de tek bir şehirde toplanmamıştır. Hemen hemen her şehirde köklü, kaliteli eğitime sahip ve dünya sıralamasına girmiş üniversiteler bulunmaktadır. Almanya, istihdamı her şehrine yaymayı başarmış bir ülke olarak Almanya’daki insanlar, bizim ülkemizdeki gibi imkansızlıktan dolayı zorunlu olarak göç etmek durumunda kalmazlar. 

Sonuç

Yirmi birinci yüzyılda kitabevini geçtim yolu dahi olmayan, okulu olmayan, okulu olsa da içinde eğitim yapılamayacak kadar bakımsız olan veya tek bir sınıfta birkaç sınıfın eğitim gördüğü şehirlerimiz bulunmaktayken daha kat etmemiz gereken o kadar çok yolumuz var ki… İlkokulumdayken hatırlıyorum, Yerli Malı Haftamız vardı ve tarımda kendi kendine yetebilen yedi ülkeden biriydik o zamanlar. Çiftçimizin, hayvancılıkla uğraşan insanımızın yüzü en azından günümüzden çok daha fazla gülüyordu. 

Düşünüyorum; bizim ülkemizi olduğu gibi alıp Almanya’nın yerine koysaydık veya Almanya’nın aklını, disiplinini, teknolojisini bizim ülkemize uyarlasaydık eğer ülkemiz, uzaya çıkardı sanıyorum. Var olan zenginlikleri tüketmek yerine zenginliğine zenginlik katıp her şehrini kalkındırabilirdik. Doğu Anadolu’daki insanımız da İstanbul’daki veya İzmir’deki insanla aynı şartlara ve imkâna sahip olabilirdi. Çiftçimiz, toplumun efendisi olan köylümüz, toprağına küsüp büyük şehirlerde apartman dairesine sıkışmak zorunda kalmazdı. İnsanlar, belirli şehirlere göç etmek zorunda kalmaz, maddî imkansızlıktan dolayı hasarlı binalarda yaşamaya devam etmezdi. Ve de en önemlisi deprem gerçeğini idrak etmiş, şehirlerimizi betona gömmemiş, depreme hazırlıklı olmuş olur, can kaybetmemiş olurduk. Biz, bu akla ne zaman ulaşacağız?

Sevgiler,

Pınar Kaya