Frankfurt’ta Bir Roma Dağı
Yeni yıldan herkese merhaba,
Yazıma geçmeden önce hepinizin yeni yılını kutlarım. Dilerim, hepimiz için çok daha güzel bir yıl olur. Bu ayki yazımda sizlerle Frankfurt’un “Altstad (Old Town, Eski Şehir)” bölgesinde yer alan, Frankfurt’ta Bir Roma Dağı‘nı; yani Frankfurt’un en önemli yer olan Römerberg’i ve bu meydanda yer alan önemli bir anıtı paylaşmak istiyorum. Çünkü; bu anıttan çıkaracağımız derslerin olduğunu düşünüyorum. Tabii; önce sizlere Frankfurt’ta Bir Roma Dağı‘nı, yani Römerberg’i kısaca anlatmam gerek.
Römerberg, Frankfurt’ta Bir Roma Dağı
Daha önceki yazılarımda da belirtmiş olduğum gibi Avrupa’nın hemen hemen her şehrinde “Eski Şehir (Old Town)” bölgesi vardır ve bu bölge içinde genişçe bir meydan bulunmaktadır. Çünkü; bu meydanlar, şehrin yönetim merkezi olmakla birlikte halkın birbiriyle alış veriş yaptığı ve halkın haber aldığı alanlardır. Aynı zamanda Ortaçağ Avrupası’ nda bu meydanlar, suçluların da infaz edildiği yerdir. Yukarıda fotoğrafını görmüş olduğunuz bu meydanın adı, Römerberg’ tir. Peki, “yazının başlığı ile ne ilgisi var” diyecek olursanız eğer Römerberg’in anlamı, “Roma Dağı” dır ve bu isim aslında “Roemerberg” ten gelmektedir. Römerberg’ in de tarihi çok eskiye dayanır ve Ortaçağ Avrupası’ nda İmparatorların da taç giyme töreninin yapıldığı yerdir. 15. yüzyıldan günümüze kadar şehrin yönetim merkezidir. Nitekim, bu meydanda Belediye Binası bulunmakta ve bu binaya – Römer’ e – ev sahipliği yapmaktadır. Belediye binası, günümüzde hala daha aktif olarak kullanılmaktadır. Belediye binası haricinde başka yapılar da bu meydanın ikonik simgelerindendir.
Belediye binasının önünde bulunan “Adalet Çeşmesi (Gerechtigkeitsbrunnen)”, bu meydanın bir diğer simgesidir. Solda da fotoğrafı görünen bu çeşmenin yapılış yılı, 1543 olduğu söylenmektedir. Bu bronz heykel, sağ elinde kılıcı ve sol elinde tuttuğu terazi ile Romalı Adalet Tanrıçası Justitia’ yı tasvir etmektedir. Bunun haricinde, tarihteki ilk Protestan kilisesi olan “St. Nicholas” isimli kilise de bu meydanda bulunmaktadır. Meydana çıkan minik dar sokaklardan geçerek, Rönesans freskleriyle dekore edilmiş Gotik mimariye sahip olan Frankfurt Katedrali’ ne – Katolik Katedrali’ dir – ulaşmanız mümkündür.
Tabii, bununla da bitmiyor. Bu meydanda, Orta Çağ’ ın pitoresk mimari üslubu ile inşa edilen binaları da görebilmeniz mümkün. Her ne kadar, II. Dünya Savaşı’nda bombardımana maruz kalıp birçoğu yeniden aslına uygun olarak inşa edilse de… Bu evlerin her birinin ismi vardır. Ben, sadece iki tanesini biliyorum. Birisi, “Grosser Engel (Büyük Melek)” ve diğeri ise “Goldener Greif (Altın Griffin)”dir. Bu meydanda kendinizi bir film setinde veya peri masalında gibi hissedebilirsiniz. Bu meydan birçok festivallere, tarihi pazarlara ve Noel Pazarı’ na da geçmişten bu yana ev sahipliği yapmaya ve turistlerin uğrak yerlerinden biri olmaya devam ediyor. Her ne kadar, pandemi nedeniyle festivaller ve Noel Pazarı bu sene iptal edilmiş olsa da…
Frankfurt’ta Bir Roma Dağı‘nda Yer Alan Karanlığın Anıtı
Yukarıda, ilk anda göze çarpan simgeleriyle Römerberg’i size kısaca aktarmaya çalıştım. Oysa bu meydanda, solda da fotoğrafını gördüğünüz üzere parke taşlarının arasında bir anıt daha var. Birçok kişinin pek dikkatini çekmediği, görmediği ve üzerine basıp geçip gittiği… Bu anıt da bu meydanın diğer sembolleri gibi önemli halbuki ve aynı zamanda tarihin de bir karanlık ve kara lekesi. Bu kara lekeye rağmen Almanlar, özellikle bunu sergiliyorlar. Tarihten ders çıkarmak için… Bu anıtın tam ismini bilmiyorum; ama ben, bu anıta “Karanlığın Anıtı” ismini koydum. Neden bu ismi verdiğimi yazının devamında göreceksiniz. Bu anıtın üzerinde hatta, Alman Şair olan Henrich Heine’den (1797 – 1856) alıntılanmış bir cümle bulunmaktadır ve şöyle yazmaktadır: “Bu sadece bir başlangıçtı, kitapları yakarsan, sonunda insanları da yakarsın. (Das war ein Vorspiel nur, dort wo man Bücher verbrennt, verbrennt man am Ende auch Menschen.)”
Bu anıtın bize anlattıklarını anlayabilmemiz için anıtın üzerinde belirtilmiş olan 10 Mayıs 1933 tarihine gitmemiz gerekiyor. Bu dönem, Naziler’ in hüküm sürdüğü dönemler… Nazi Almanya’sında insanlar henüz katledilmeye başlanmadan önce kitaplar yok edilmiştir. Almanya’da ve Avusturya’da Naziler’ in eliyle bir kampanya düzenlendi. Bu, insanlık adına pek bir yararlı(!) kampanyaydı, kitap yakma kampanyası… Ne kadar da dahiyane değil mi(?) Kitapların yakılma sebebi ise Nazizm’e karşı ideolojileri temsil ettiği düşünülen, güya yıkıcı olduğu düşünülen kitaplar olması-imiş. İşte, bu anıt da bize çok daha hazin sonuçlara sebep olan bu utanç verici olayı hatırlatmak için oradadır. O kadar çok kitap yakılmış ki, aralarında neler yok ki… Tüm yakılan kitapların listesini yazmaya kalksam çok daha sayfaya ihtiyacım olur, size tam olarak aktarabilmem için; düşünün! O yüzden çok azını buraya yazacağım.
İlk Yakılan Kitaplar,
Karl Marx’ a ait… 19. yüzyılda yaşamış olan Alman Filozof Karl Marx, politik ekonomist ve bilimsel sosyalizmin kurucusudur. Böylesine zararlı bir insanın kitapları yakılmasın da ne yapılsın yani değil mi(?) 10 Mayıs 1933 tarihinde Karl Marx’ ın kitapları da dahil olmak üzere 25.000 ciltten fazla kitap Berlin’de ateşe verildi. Ernst Bloch, Leonhard Frank, Werner Hegemann, Hermann Hesse, Klaus Mann, Georg Kaiser, Arnold Zweig ve daha birçok Alman yazarlarının kitapları yakıldı.
Alman haricinde Rus yazarlardan Maxim Gorky, Fyodor Dostoyevsky, Leo Tolstoy ve başka yazarların kitapları; Fransız yazarlardan Victor Hugo, Henri Barbusse ve başka yazarların kitapları; Amerikan yazarlardan F. Scott Fitzgerald, Ernest Hemingway ve dahası; İngiliz yazarlardan Aldous Huxley, Joseph Conrad ve başka İngiliz yazarların kitapları ile İrlandalı yazarlara ait çok sayıda kitap yakılmıştır. Bu, Naziler’ in zulmünün başlangıcıydı… Kitapların yakılması haricinde çok sayıda sanatçı, yazar ve bilim adamının çalışması ve bu çalışmaların yayınlanması da yasaklandı.
* * *
Sonrasında Albert Einstein, Sigmund Freud, Arnold Zweig gibi bazı yazarlar sürgüne gönderildi. Ernst Toller ve Kurt Tucholsky gibi bazıları da vatandaşlıklarından yoksun bırakıldı. Erich Kästner gibi bazı yazarlar da kendi kendilerine sürgüne zorlandılar. Diğer yazarlar, daha da talihsizdi; onlar için Nazi zulmü ölümle sonuçlandı. Erich Mühsam, Arno Nadel, Georg Hermann gibi birçokları ise güç koşullar nedeniyle toplama kamplarında öldü veya idam edildi. Carl Einstein, Walter Benjamin ve Stefan Zweig gibi sürgündeki yazarlar da umutsuzluğa kapıldılar ve intihar ettiler.
Bu olayda Naziler’ in olduğu kadar Naziler tarafından desteklenen Alman Öğrenciler Birliği de bu dahiyane(!) kampanyanın suç ortağıdır. Bu kitapları yakan öğrencilere de öğrenci denebilirse tabii… Çünkü; tüm medyayı ele geçiren Naziler, daha bu olaydan önce “Alman Olmayan Ruha Karşı Eylem” adıyla cahil ve fanatiklik derecesinde gözü dönmüş halka vahşet, kin ve nefret tohumlarını medya yoluyla halka empoze etmişti zaten. Kitapların yakılmasıyla başlayan Nazi zulmü, insanların yakılmasıyla devam etti ve sonunda son buldu. Geriye ise insanlık tarihine “altın harflerle” KÖTÜLÜĞÜN ve Orta Çağ’dan sonra bir kez daha KARANLIĞIN adı kazındı.
Sonuç
Yukarıda yazdıklarımdan Naziler’ i ve Almanya’ yı çıkardığımızda gözünüzün önüne günümüz Türkiye’ si gelmiyor mu? Bu benzerlik şudur ki; cahilliğin bir meziyet gibi gösterilip sanata, bilime, kitaplara, eğitime düşman bir kesim yetiştirildi ve yetiştirilmeye de devam ediliyor. Medya yoluyla halkımıza kin, nefret, ötekileştirme tohumları empoze edildi ve bu da devam ediyor. İnsanların birbirine karşı saygısı, empati yeteneği, hoş görüsü kökünden kazındı. Daha düne kadar birbirimizin benzerliklerini görürken, günümüzde ise farklılıklarımızı görmeye teşvik edilip ayrıştırıldık. Sanattan, bilimden, kitaplardan uzaklaştırılan toplum; Nazi Almanya’sında olduğu gibi yozlaşmaya ve karanlığa gömülmeye mahkum olduğunu gördük. Almanya’nın bu kısa sürede gelişmesinin ardında ise geçmişten ders almak ve eğitime, kültüre değer vererek bunlara yatırım yapması yatar. Peki, ya biz? Yeniden buluşuncaya dek sağlıkla kalın…
Not: Nazi Almanya’sından Yahudi kökenli olduğu için kaçan ve ABD’ ye giden siyaset bilimci, Hannah Arendt’ in “Kötülüğün Sıradanlığı” isimli kitabını şiddetle tavsiye ederim. Naziler’ in tüm bu vahşetini anlatan ve akıllarda iz bırakan bir kitaptır.
Sevgiler,
Pınar Kaya