Rota
Almanya,  Frankfurt am Main,  Yurtdışı Deneyimlerimiz

Bad Homburg’a Bisiklet ile Gitmek

Merhaba;

Bir önceki ay, “Bir Bisikletlinin Gözünden Almanya” isimli yazımda Almanya’daki bisiklet yollarını, toplumun bu konudaki bilincini, Almanya’daki bisiklet rotalarını anlatmıştım. Bad Homburg’a Bisiklet Gezisi isimli yazımda ise size 35 km’lik mini bisiklet turumuzdan bahsetmek istiyorum. Başladığımız bu mini bisiklet turu, sürmek istediğimiz 600 km’lik Pilger Rotası için bir antrenman niteliğinde bizim için. Frankfurt’un yaklaşık 14 km uzaklığında bulunan Bad Homburg’a bisiklet gezisi düzenledik. Hazırsanız ve kahvenizi de aldıysanız giderken ve gelirken ayrı güzergahlar kullandığımız Bad Homburg’a Bisiklet Gezisi‘ni anlatmaya başlıyorum.

Bad Homburg’a yolculuğumuza Frankfurt / Nibelungenplatz’tan, Kuzey’e doğru giden Friedberger Landstrasse (Friedberger Caddesi)’den başladık. Bad Homburg’a kadar şehir içindeki bisiklet yollarını tercih ederek yolculuğumuza devam ettik. Bu yol üzerinde çok sayıda Alman mimarisine sahip küçük yerleşim yerleri bulunmaktadır. Bad Homburg, Frankfurt’tan rakım olarak yüksekte olduğundan dolayı yolculuğun belli bir kısmında yer yer yokuş tırmanmak zorunda kaldık. Nidda Nehri üzerinden ve Nordpark’tan geçerek ilk ulaştığımız yer, Frankfurt am Main’a bağlı “Bonames” isimli yerleşim yeri.

Yolculuğumuz süresindeki en dik yokuş, bu bölge içerisindeydi. Aynı zamanda Bonames’teki bazı yollar, dar ve dik yokuşluydu. Bu sebeple bu bölgenin bir bölümünü bisiklet sürerek değil de yürüyerek devam ettik. Bonames, gidiş yönümüzün orta noktasına denk gelmektedir. Frankfurt’tan Bad Homburg’a gidiş yolunun 7. Km’sinde bulunmaktadır. Yaklaşık 1 saat süren yolculuğumuzun sonunda Bad Homburg’a ulaştık. Altstadt’ta (Eski Şehir’de) kahvemizi içtikten sonra bu şehri keşfetmeye başladık. Yazımın bu bölümünde sizlere, kısaca Bad Homburg hakkında da bilgi vermek isterim. Bad Homburg, “kısaca” anlatılacak bir yer değil tabiki; çünkü daha fazlasına sahip. Fakat; size tarihi açıdan en önemli yerlerini anlatacağım.

Bad Homburg Hakkında

Bad Homburg Schloss

Yaklaşık 52.000 nüfusu bulunan Bad Homburg’un tam ismi, Bad Homburg vor der Höhe’dir. Türkçe’ye “Yükseklikten önce Bad Homburg” olarak tercüme edilebilir. Frankfurt’un Kuzey’inde ve Taunus Dağları’nın eteklerinde bulunmaktadır. Frankfurt Rhein – Main (Frankfurt Ren – Main) Bölgesi’ndeki bu küçük ve sevimli şehir, 19. Yy’da dünyaca ünlü bir kaplıca kentiymiş. Ayrıca, Alman İmparatorları ve ailelerinin yazlık evlerinin bulunduğu bir şehirdir. Dolayısıyla küçük bir şehir olmasına rağmen zengin bir tarihi var. Bu tarihin izlerini de Bad Homburg Kalesi’nde, parklarında, anıtlarında, binalarında görebilirsiniz. Günümüzde de Wiesbaden ile birlikte kaplıca kenti olarak ününü hala korumaktadır. Aynı zamanda Wiesbaden gibi kumarhanesi ile de meşhurdur. Bad Homburg; “kaplıca ve kumarhanesiyle meşhur” dense de beni etkileyen ise göz dolduran mimarîsi, tertemiz sokakları ve kalesi oldu.

İlk görülmesi gereken yer, Bad Homburg Kalesi (Schloss Bad Homburg)’dir. Bu şehrin simgesi, bu kale içinde yer alan Beyaz Kule’dir. Kalenin tarihi ise 12. Yy’a kadar dayanmaktadır. Avrupa ve Almanya’daki birçok yer gibi Ortaçağ’dan günümüze kadar gelen ve asırlara meydan okuyan bir yapı… İlk zamanlar Hesse – Homburg Landgraves’in (Landgraves, “Alman prens ünvanı” olarak kullanılan bir kelimedir) konutu olarak kullanılmış, 1660 yılında II. Frederick tarafından yıkılmış, tarih sayfaları 1680’li yılları gösterdiğinde yeniden tasarlanmıştır. 1880’de bu şehir; Alman İmparatorluğu boyunca tanınmış ve Kaiser Wilhem II, Bad Homburg Kalesi’ni “İmparatorluk Yazlık Evi” olarak ilan etmiştir. Birleşik Krallık’ın Kralı VII. Edward’a da ev sahipliği yapmış bu kalenin etrafında, içinde gölü de olan yemyeşil, tertemiz, halka açık ve kocaman bir parkı bulunmaktadır. Bu parkın çimlerinde uzanıp tarihi koklamak, sessizlik ile birlikte huzur dolu vakit geçirmek, ayrıca keyifliydi bizim için.

Kaiser Wilhem II, aynı zamanda Kale’nin girişinde bulunan Gotik mimariye sahip Erlöserkirche (Kurtarıcı Kilisesi) binasını inşaa etmek için de finans sağlamıştır. Çok büyük olmayan, fakat mimarisi ile göz dolduran bu bina, benim gibi Gotik mimariyi seven birisi için oldukça da etkileyiciydi. İç mimarisi ise dış görünüşünden daha göz alıcı ve ihtişamlıydı. Aşağıda da fotoğrafını görebilirsiniz.

Kurtarici Kilise

Avrupa’da gezdiğim birçok katedral ve kilise içinde iç mimarisi olarak en etkilendiğim yerler arasında oldu. Asırlara meydan okuyan bu gibi tarihi yapılar, mutlaka görülmesi gereken yapılardır. Bu kilisenin hemen karşısında ise “Sinclair Haus” isimli Modern Sanatlar Müzesi bulunmaktadır. Pandemiden dolayı kapalı olduğu için müzeye giremedik.

Erlöserkirche (Kurtarıcı Kilisesi) haricinde, bu şehirde mimari açıdan tamamen farklı ve Rus mimarisi ile inşa edilmiş Rus Şapeli bulunmaktadır. Burası da görülmesi gereken yerler arasında. Bu şehirde aynı zamanda Almanya’nın en eski golf kulübü yer almaktadır. Kurpark’ta (Spa Parkı’nda) bulunan golf kulübünün tarihi 1899’a kadar uzanmaktadır. Kurpark’ta da vakit geçirmek, bu parkın havasını solumak bizim için güzeldi. Sokaklarında da dolaştıktan sonra bu sevimli ve minik şehri ardımızda bıraktık. Artık, yavaş yavaş dönüş için yola koyulmaya başladık.

Bad Homburg’a Bisiklet Gezisi – Frankfurt’a Dönüş

Gidiş ve dönüş yolunun, birbirinden farklı güzergahlar olduğunu yazımın en başında belirtmiştim. Dönüş yolumuzu genelde yeşil alanlardan ve yerleşim yerlerinin dışından geçerek tamamlamaya karar verdik. Bad Homburg’tan yönümüzü Südring Otoyolu’na doğru çevirdik. Yaklaşık 2 km kadar şehir içinden yolumuza devam ettik. Südring Otoyolu’na hiçbir şekilde girmeden bisikletlilere özel yapılan köprüden geçtik. Bizi, kesintisiz 4 km boyunca yemyeşil ve altın sarısı tarlalar karşıladı. Bu tarlaların arasından – hiçbir şekilde arabaların arasına karışmadan – “bisiklet otobanı” da diyebileceğimiz bisiklet yolları bulunmakta. Aşağıda da fotoğrafını görebilirsiniz.

Tarla arasindaki bisiklet yolu

Bu bisiklet yollarının genişliği bir yana, yürüyüş veya koşu yapan insanlar da bu yolu kullanmakta. Burada özellikle belirtmek istediğim bir husus var ki; yürüyüş veya koşu yapanlar ile bisiklet sürenler arasında Türkiye’deki gibi bir kaos ortamı yok. Bisiklet sürenler, yürüyüş yapanlara saygılı; yürüyüş yapanlar da bisiklet sürenlere saygılı ve kimse kimsenin yolunu işgâl etmiyor. Tek yapmanız gereken, uçsuz bucaksız tarlaların eşsiz güzelliği ile pedal çevirmek… Bisiklet yolunda önümüze çıkan tavşan, sincap, kirpi gibi ortamın gerçek sahiplerine de rastlamanız olası. Sizden kaçmıyorlar; çünkü zarar vermeyeceğinizi de biliyorlar (en azından bu ülkedeki insanların doğal yaşama saygısı var).

4 km boyunca bu tarlalar arasından yol aldıktan sonra Kalbach Bölgesine ulaştık. Bu bölgenin içinden geçmemiz yaklaşık 3 dakikamızı aldı. Sonra yine bizi kesintisiz bir 4 km’lik bisiklet yolu daha karşıladı. Yine tarlaların arasından ve yine muhteşem atmosferle… Bir yandan gün sona ermeye ve Güneş yavaş yavaş batmaya başlarken, Güneş ışığının sapsarı buğday tarlalarına vurduğu zaman ortaya çıkan altın sarısı manzara ise görülmeye değer. İster istemez, 600 km’lik bisiklet turumuzda daha ne manzaralarla karşılaşacağımızı düşünmeden edemedim.

Dönüş yolumuz, toplamda 45 dakika civarı sürdü. Yolun çoğunluğunun yokuş aşağı olması, dönüş süremizi de haliyle kısalttı. İki senelik aradan sonra bisikletliye değer veren bir ülkede güzel bir başlangıç oldu bizim için. Dönüş yolu üzerinde en çok sevdiğim ve bitmesini istemediğim, bu tarlalardı. Bizi en çok şaşırtan ise Frankfurt’tan uzaklığımız 10 – 15 km olmasına rağmen bu kadar çok yeşil alanın olmasıydı. Yeni rotaları sürdükçe sizlerle deneyimlerimi paylaşmaya devam edeceğim. Bir sonraki yazımda, yeniden buluşuncaya dek sevgiyle kalın…

Pınar Kaya