Almanya’nın En Güzel Harabesi
Bir ülkenin, aynı zamanda bir toplumun sanata ve sanatçılara verdiği değeri nasıl ölçebiliriz? Yönetenlerin; en büyük, en ihtişamlı opera, tiyatro gibi binaları inşa etmesiyle mi? Yoksa, geçmişten günümüze kadar sanat ve kültür yapılarının korunabilmesi ve nesilden nesile bunların aktarılabilmesiyle mi? Gelin, bu soruların cevaplarını Almanya’daki gözlemlerimle Almanya’nın En Güzel Harabesi isimli bu yazımda, hep birlikte inceleyelim. Ama; öncesinde de size zamanda kısa bir yolculuk yaptıracağım.
Almanya’nın En Güzel Harabesinin Tarihi
Tarih, 20 Ekim 1880… Frankfurt halkı, heyecanlı ve bu ana tanıklık etmek için uzun zamandır bu tarihi bekliyordu. Frankfurtlular, günümüz adıyla “Opernplatz (Opera Meydanı)” olarak bilinen meydanda 67 zengin Frankfurt vatandaşının bağışlarıyla ve Helen modellerine dayalı Rönesans tarzında geliştirilen tasarımı ile de göz dolduran muhteşem bir yapının açılışı için toplanmışlar ve bunu kutluyorlar. Herkes, Berlinli mimar Richard Lucae tarafından tasarlanan bu binayı görmek için gelmiş. Gelen ziyaretçiler arasında ne yazık ki; Richard Lucae bulunmamakta. Yapının inşası başladıktan 5 yıl sonra öldüğü için bu ana tanıklık edemiyor.
34 metre yüksekliğindeki 4.000 metrekarelik alana inşa edilen ve Frankfurt halkının heyecanla açılmasını beklediği bu yapı nedir dersiniz? O dönemde “Frankfurt Opera Binası”, günümüzde ise “Alte Oper (Eski Opera)” olarak bilinen opera binası… 20 Ekim 1880 günü bu bina, ilk sanat yönetmeni Emil Claar ve ilk şef Felix Otto Dessoff’un yönetiminde, Mozart’ın Don Juan operası eşliğinde açılmış ve halka sunulmuştur.
Açılışından sonra birçok performans sergilenmiş, dünyaca ünlü birçok besteciler bu binada program yapmışlardır. Aralarında kimler kimler yoktu ki; Puccini, Mascagni, Richard Strauss, Leoncavallo gibi birçok değerli isimler… Yıllar, yıllar geçer. İnsanoğlunun kibri, hırsı ve egosu yüzünden insanlık yine bir savaşla karşı karşıya kalır. I. Dünya Savaşı’nda bu güzelim yapı bir bombalama saldırısı sonucunda cephesi hafif etkilense de asıl öldürücü darbeyi, II. Dünya Savaşı’nın son yıllarında almıştır. 23 Mart 1944 gecesi, bomba saldırısı sonucunda yanmış ve kullanılamaz hale gelmiştir.
* * *
Almanya’nın II. Dünya Savaşı’nı kaybetmesi ve savaşın sona ermesinden sonra ilk önceliği savaş yaralarını sarmak olduğundan bu yapı da harabeye terk edildi. Gerek ekonomik, gerekse de siyasi nedenlerden dolayı bu yapının kurtarılması için herhangi bir girişimde bulunulmadı. Ta ki; 1952 yılında “Opera Binası’nı Kurtarın” olarak kayıtlara geçen bağış çağrısına kadar… Bu çağrı, halkın da dikkatini çekmiş ve bunun için mücadele etmeye başlamışlardır. Lakin; o dönemdeki belediye, halkın bu mücadelesine cevap vermemiştir.
Zaman bir yandan ilerlerken ve her ne kadar, belediye yetkilileri de halkın bu çağrısına ve mücadelesine sessiz kalsa da halkın bu girişimi, dalga dalga yayılmaya başladı. Ve hatta öyle ki; bu dalga, Federal Almanya Cumhuriyeti’ndeki ilk vatandaş girişimi olarak “Aktionsgemeinschaft Opernhaus Frankfurt am Main e.V.” ismiyle kayıtlara geçer. Bu girişim öyle bir kelebek etkisi yaratır ki; o zamana dek eşi görülmemiş bir destek oluşturur. Halkın katkısının yanı sıra sanatçılar ve toplumun önde gelen isimleri de bu girişime destek verirler. Bu isimler arasında Thomas Mann, Paul Hindemith ve Otto Hahn gibi değerli isimler bulunmaktadır. Bu girişime Sanayi ve Ticaret Odası ilk başkanı, kurucusu olan Fritz Dietz de halka destek verir ve mücadele eder.
* * *
Yıllar, yine hızla akmaya devam eder. 1952 yılında başlayan bu mücadele büyümeye devam etse de insanlar, hala bir sonuca ulaşamaz. Takvim yaprakları, 1970’li yılları gösteriyor. Halkın mücadelesi de bitmiyor. Üstelik, bu mücadelelerine bir yenisi daha eklenmek üzere… Çünkü; o dönemin Hessen Eyaleti Maliye Bakanı Rudi Arndt, Almanya’nın en güzel harabesini dinamitle havayı uçurmayı teklif eder. Halk, bu haberin yayılmasıyla birlikte ayaklanır. Bu operanın eski güzel günlerine yeniden kavuşması için mücadele eden halkın kampanyaları daha da şiddetlenir.
Bu süre boyunca nitekim, çok ciddi miktarlarda bağış toplanmıştır. Bunlardan biri, 1972’nin sonlarında Herbert von Karajan yönetimindeki Berlin Filarmoni’nin çekiliş biletleri ve gala konserlerinin satışı yoluyla toplanan 11,5 milyon marklık bağıştır. Bu gelirin bir kısmı, dış duvarlar için acilen ihtiyaç duyulan güvenlik önlemlerine yatırılmıştır. 1964 yılından 1979 yılının sonuna kadar ise toplamda 15 milyon mark tutarında bağış toplanmıştır. Toplanan bu bağışlarla ve sonrasında bu çalışmalara dahil olan Frankfurt Belediyesi’nin çalışmalarıyla, opera binası yeniden inşa edilir. Dinamitle Almanya’nın en güzel harabesini havaya uçurmak isteyen Hessen Eyaleti Maliye Bakanı ise “Dinamit Rudi” ismiyle tarihe geçer.
* * *
Aralık 1978… Nihayet, halkın yıllarca süregelen haklı mücadelesi sona eriyor. Halk, bu yapının inşasının tamamlanma töreni için birarada. Binanın yapısal çalışması tamamlanmış. Korunan ve restore edilen alçı süslemeler, rölyefler, madalyonlar, freskler, çiniler ve mozaikler binanın içerisine yeniden yerleştirilirken, binanın çatısına Pegasus atı yerleştirilirken, dış cephesi temizlenirken ve tamamlayıcı çalışmaların bittiğini görmek için halktan binlerce kişi Opernplatz’ta toplanmış ve bu süreci izlemişlerdir. 28 Ağustos 1981 tarihinde de Gustav Mahler’in “Binler Senfonisi” isimli Sekizinci Senfoni eşliğinde “Alte Oper (Eski Opera)” yeniden açılmıştır. İlk zamandan itibaren halkın paralarıyla inşa edilmeye başlanan, yine halkın parası ve mücadelesiyle kurtarılan yapı…
Analizim
Eski Opera, 2500 kişilik Büyük Salon (Großer Saal) ve 700 koltuk kapasiteli Mozart Salonu (Mozart Saal)’ndan oluşan büyük bir yapıdır. Dış görünümü kadar hiç şüphesiz ki; içi de etkileyicidir. Eski Opera’nın hikayesini ve bu değerli yapının yaşaması için halkın birlik oluşunu duyduğumda çok etkilenmiştim. Yukarıda da savaştan çıkan bir halkın savaşın sona ermesinden kısa bir süre sonra başlayan mücadelesini, bu sürecin yıllarca devam ettiğini ve toplumda söz sahibi insanların da bu mücadeleye destek verdiğini okudunuz.
Peki, bu noktada dikkatinizi çeken başka bir şey daha oldu mu? Şöyle ki; halkın onca mücadelesine ve ayaklanmasına rağmen hiçbir devlet yetkilisi çıkıp da halka “3 – 5 çapulcu”, “hain”, “terörist”, “bölücü” gibi söylemlerde bulunmamış ve üstelik hiçbir sanatçı veya gazeteci de halka destek verdiği için tutuklanıp yargılanmamış. Ne kadar güzel değil mi? Nitekim, olması gereken de bu değil midir? İşte medeniyet budur, işte demokrasi budur! Çünkü demokrasiyle yönetilen ülkelerde devlet yetkilileri ve halk bilirler ki; “protesto etmek”, halkın en temel ve anayasal hakkıdır. Frankfurt halkının da bu hakkını sonuna kadar, yıllarca ve vazgeçmeden kullandığını görmekteyiz.
Bunun haricinde göz önünde bulundurmamız gereken iki ayrı konu daha var. Bunlardan birisi, Alman halkının geçmişine ve tarihi yapılara nasıl değer verdiği, nasıl koruduğu ve tarihine ne kadar bağlı olduğu… Diğeri ise savaş sırasında, opera binasında bulunan fresklerin, çinilerin, Pegasus atının ve bu gibi değerli parçaların kurtarılabildiği kadar kurtarılıp korunma altına alınmasıdır ki; sizin de gördüğünüz üzere yıllar sonra yapı tamamlandığında korunan bu orjinal parçalar, yerlerine yeniden konulabilmiştir. Korunamayanlar ise onarılmıştır. Burada önemli olan ve dikkatinizi çekmek istediğim kısım, savaş gibi zor bir dönemde bile – sadece bu yapı özelinde değil – tüm değerli binaların en nadide parçaları ve tüm müzelerdeki tarihi eserlerin sığınaklarda koruma altına alınmasının akıl edilmesi; savaş bittikten sonra da yine yıllarca bu parçaları korumuş olmaları…
Peki, Bizde Nasıl?
Ülkemizde ise yüzlerce değil, binlerce yıllık tarihe sahip yapılar bulunmakta. Ne yazık ki; bu değerlerin korunmadığını okumakta ve duymaktayız. Dilek olay; 12 bin yıllık geçmişe sahip olan o güzelim Hasankeyf, sular altında kaldı. Üstelik Kültür Bakanlığımız, böylesine bir değerimizi korumak için UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne alınması için başvuru yapma zahmetinde bile bulunmamış. Diğer bir örnek, Antalya’nın Serik ilçesinde bulunan ve dünyanın en önemli kültürel varlıklarından biri olan o meşhur Aspendos Antik Tiyatrosu… Bu tiyatro, sözde restorasyon için yaklaşık 8 ay kapalı kalmıştı. Bu yapımız da UNESCO Dünya Kültür Mirası listesine aday olacak kadar değerliyken 8 aylık restorasyon sonunda merdivenlerin ve oturak yerlerin beyaz mutfak mermeriyle kaplandığını hepimiz gördük. Kazı alanlarına da kepçeyle girmek gibi daha birçok acı verici örnekler bulunmakta.
Halkımızın tiyatroya gitme, kitap okuma gibi bir alışkanlığı çok az. Üstelik de opera, bale, klasik müzik, resim, heykel sanatı gibi sanat alanlarını da akılları sıra “gavur icadı” diyerek değersizleştirme çabasındalar. Pandemi öncesinde zaten birçok köklü tiyatrolarımızın, sinema salonlarımızın, daha birçok kültür ve sanat faaliyetinde bulunan yerlerimizin kapısına maddi nedenlerden dolayı kilit vurulmuştu. Bunlardan ilk aklıma gelen, 45 yıllık Şişli Tiyatrosu’nun 2017 yılında maddi yetersizlikler sebebiyle kapanmasıdır. Pandeminin başlamasıyla birlikte de ilk önce tiyatro, opera, sinema gibi sanatsal etkinlikler iptal oldu. Haliyle bu süreçten de en çok etkilenenler, sanatçılar, özel tiyatrolar, operalar ve yine buralarda çalışanlar olmuştur.
Sonuç
Almanya, tarihi ve kültürel yapıların yanı sıra sanatçılara da değer vermektedir. Bunun en yakın örneğini günümüz pandemisinde zor durumda kalan sanatçılara verilen destekle görebilmemiz mümkün. Almanya Başbakanı Angela Merkel’in şu konuşmasını sizlerle paylaşmak isterim: “Sevgili sanatçılar, sizin için çok çok zor bir dönem olduğunu biliyorum. Bizler, vatandaşlar sizlerle canlı etkinliklerde yeniden buluşmayı sabırsızlıkla bekliyoruz. O zamana kadar sizi yardım programlarıyla ve sizin bizim için ne kadar önemli olduğunuzu söyleyerek desteklemek istiyoruz.”
Bir yanda Almanya’da yaşanan bu olaylar, diğer yanda ise ülkemizde yaşanan akıl almaz durumlar… İki farklı ülkenin yaklaşımları göz önünde bulunduğumuzda şu sonuca vardım:
Frankfurt’taki bu opera binası için Alman halkının vermiş olduğu mücadele, toplumumuz için bir ders niteliğindedir. Pandemi öncesinde de şanslıydım ki; Eski Opera’da gerçekleşen bir etkinliğe katılma şansım olmuştu. 4 Şubat 2020 akşamı değerli sanatçımız ve ülkemizin gururu Fazıl Say’ın programına katılmıştım. Böyle bir yapı içinde kendisiyle aynı çatı altında biraraya gelmek, benim için çok değerli bir andı. Her şey normale döndüğünde olur da yolunuz Frankfurt’a düşerse, Eski Opera’da bir etkinliğe katılmanızı şiddetle tavsiye ederim.
Sevgiler,
Pınar Kaya