Almanya’yı Keşfetmek
Almanya, bilindiği üzere yeşil doğası ve ormanları ile meşhurdur. Bu muhteşem doğası da tarihî, harika kaleleri ve şatoları da içinde saklar. Bugün de bu kalelerden birindeydik. Almanya’nın o güzel, temiz ve düzenli köylerinin arasından geçerek gittik. Köylerdeki ortaçağ mimarisini hücrelerinizde hissediyorsunuz ve bakmaya doyamıyorsunuz. Taş evler, dar ve temiz sokakların arasından geçerek bu kaleye ulaştık. Frankfurt’tan 1.5 saatlik mesafede olması da bir avantaj. İşte, böyle günlerden birinde Almanya’yı Keşfetmek isimli bu yazımda gördüklerimi sizlere anlatmak istiyorum.
Almanya’yı Keşfetmek – Eltz Kalesi
İşte bu kalelerden biri de Eltz Castle (Eltz Kalesi) dir. Bu kale, aynı zamanda 500 Alman Mark’ın üzerine basılmış kaledir (Alman Markı, Euro’dan önce Almanya’nın yerel para birimidir). Almanya’nın Koblenz ve Trier şehirleri arasındaki tepelerde inşa edilmiştir. Moselle Nehri de bu tepelerin arasından süzülmektedir. Eltz Kalesi, 12. yüzyılda inşa edilmiş tam bir Ortaçağ kalesidir ve Romaneks – Barok mimarisine sahip olan bu kale, muhteşem ihtişamı ile Almanya’nın eşsiz doğası içinde görkemli bir şekilde asırlara meydan okumaktadır.
Bu kale, ismini aldığı Eltz Ailesi’ne aittir ve 850 yıldan fazla bir süredir de Eltz ailesinin elindedir. Şuanki sahibi ise Dr. Karl Graf von und zu Eltz-Kempenich’tir ve Frankfurt’ta yaşamaktadır. Böylesine muhteşem bir yapının hala korunarak günümüze ulaşması inanılmaz. Sonbahar’ın renkleriyle bezenmiş tepelerin arasında bu kale, sizi adeta zaman yolculuğuna çıkarıyor. Doğa ana ile kale, asırlardır birbirine dost olmuş ve sizi kucaklıyor. Tabiatın sessizliği, huzuru ve kale sizlere dans sergiliyor; siz de sadece büyülenmiş bir şekilde bu dansı izliyorsunuz. Ahh, o doğanın ve kalenin dili olsa da yaşadıklarını anlatsa bize! Kim bilir ne hikayeler biriktirmişlerdir birlikte hiç anlatılmamış…
Almanya’yı Keşfetmek – Almanlar, Çok Soğuklar(!)
Kaleyi zihnimize ve kalbimize kazıyarak arkamızda bırakıyoruz. Yine o şirin köylerden geçerek tesadüf eseri yol üzerinde bulduğumuz bir kafeye uğruyoruz. Yaşlı bir Alman çiftin işlettiği bu kafe, aynı zamanda kendilerinin de yaşadığı bir ev. İçerisi eski eşyalarla çok zevkli bir şekilde döşenmiş. Eski ve antika eşyalardan hoşlandığım için bu kafenin atmosferi beni adeta büyüledi. O yaşanmışlığı hissetmeyi çok seviyorum ve bu kafede, Amca ve Teyzenin o içtenliği ile hayatımın en güzel dakikalarını yaşadım diyebilirim.
Kahveleri ve Teyzenin kendi elleriyle yaptığı kekler ise ayrıca lezzetli ve bir o kadar da kaliteliydi. Ama en önemlisi; her ikisi de çok sıcakkanlı, candan ve misafirperver insanlardı. Biri, “Almanlar, çok soğuk insanlar” mı demişti? Bu ve daha önce tanıştıklarımız, bu tezi çürütüyor. (Almanya’ya geldiğimizden beri hiç kaba ve soğuk biriyle karşılaşmadık. Bu, biraz da insanın kendisiyle alâkalı bence. Karşınızdaki insan, sizin iyi veya kötü niyetinizi anlayabiliyor. Siz, olumsuz ve kaba yaklaşırsanız tabiki aynı tepkiyle karşılaşırsınız)
Kafede bugün, açıkbüfe kahvaltı da varmış. O güleryüzlü Teyze, bizim sipariş ettiklerimizin dışında bize o peynir, yanına ekmek ve tereyağı da ikram etti yememiz için ve ne kadar teklif etsek de onların parasını almadı. Bizi kendi çocukları gibi sarılarak uğurladılar ve kapıya kadar da geçirdiler. Giderken, Teyze anne şefkatiyle bize eş salladığında gözleri dolu doluydu. Kalbimin yarısı orada kaldı diyebilirim; çünkü kendimi evimde gibi hissettim. Bu yaşadığımız an, parayla satın alınamayacak kadar kıymetli ve değerli benim için; bir o kadar da unutulmaz.
Bu güzel günden geriye böylesine güzel anılar kaldı. Tekrar bu yere gelmek dileğiyle…
Pınar Kaya
Bir yorum
Elçin
Fotoğraflar harika. Cafe nerede ismi nedir ben de giderim belki. Almanlar hiç soğuk değil. Hatta bence asık suratlılığı soğukluğu kaba ve insan olamamışlık şeklinde algılıyorlar. Çok cana yakın ve mesafeli insanlar.