Kültürler ve İnsanlar
Merhaba;
İnsanoğlu olarak hepimiz, sosyal canlılarız. Yaşadığımız süre boyunca çevremizle etkileşim halindeyiz, çevremizi gözlemliyoruz ve birçok durumla karşı karşıya kalıyoruz. Bu yaşadığımız olaylar, bireysel ve de toplumsal olarak bizi ya ileriye, ya da geriye götürüyor. Basit gibi görünen ve göz ardı edilip de önemsenmeyen birçok şeyin aslında ne kadar kıymetli olduğunu da edindiğimiz tecrübelerle anlıyoruz. Bu tecrübeler ise bazen acı verici, bazen ise umut verici oluyor. Ben de son 5 yıldır yurt dışında yaşayan ve son 7 yıldır da ülkeleri dolaşan birisi olarak, yaşadığım olayları gözlemliyor ve bunlardan kendime ders çıkarıyorum. Bununla birlikte kendi ülkemle kıyaslama şansım da oluyor. “Keşke, biz de böyle olsaydık…” veya “Keşke, ülkem de iyi şeylerde hep öncü ülkelerden biri olsa…” diye devam eden o kadar çok notlarım var ki… Birbirinden bağımsız ve farklı zamanlarda yaşadığımız bu olayları “Kültürler ve İnsanlar” adlı bu yazımda sizlerle de paylaşmak istiyorum.
Hollanda
Tarih, Aralık 2015. Yılbaşı tatili için, 2016 yılının gelişini kutlamak için Avrupa’dayız. Yeni yılın son günlerinde Hollanda’nın Amersfoort şehrindeyiz. Yeni yerler keşfetmenin heyecanıyla sabahın erken saatinde uyanmışız. Soğuk ve sisli bir Aralık günü sabahı, kar gibi yağan kırağı çimenlerin üzerini ve ağaçların dallarını kaplamış. Hava o kadar soğuk ki; kırağı kalkmadan buza dönüşmüş. Yere inen sis ile buzun pırıltısı, kanalda yüzen ördeklerle masalsı bir atmosfer… Amersfoort’tan tren istasyonuna gitmek için otobüse bindik. Otobüs biletini de otobüs şoföründen almamız gerek. Türkiye’deki kargaşaya, toplu taşıma araçlarında yolcuların daha binmeden şoförlerin alelacele hareket etmesine o kadar alışmışız ki; Hollanda’da ilk şokumuzu yaşıyoruz.
Duraktan otobüse bindiğimizde şoför, olanca sakinliği, güler yüzlülüğü ile gideceğimiz yeri sordu ve bize bileti verdi. Bu sırada da otobüs durakta hala bekliyor. Bileti alıp yerimize oturana kadar şoför hala daha beklemeye devam ediyordu. Yerimize güvenli bir şekilde oturduktan sonra şoför yoluna devam etti. Sonraki yıllarda da gördük ki; Avrupa’nın diğer ülkelerinde de yolcular yerine oturmadan genelde şoför hareket etmiyor. Şoförler de Türkiye’deki şoförlerin aksine yolcuları riske atacak her türlü davranıştan kaçınıyor.
Polonya
Tarih, Ekim 2017. Başka bir ülkede, başka bir hayat kurmak için Türkiye’den ayrıldık. İlk rotamız ise Polonya’nın başkenti ve küllerinden yeniden doğan şehri, Varşova. O zaman kim bilebilirdi ki; iki yıl sonra ve yeniden başka bir ülkeye göç edeceğimizi… Polonya’da yaşadığımız süre boyunca çok güzel anılar biriktirip birçok ana tanıklık ettik. Konumuz gereği bunlardan ilk aklıma gelenleri paylaşmak istiyorum.
Varşova’da yine Noel zamanı… Sıklıkla gittiğimiz ve Varşova’da birçok yerde şubesi olan İtalyan kafesi (isim vermeyeceğim), Polonya’nın gündeminde. Noel zamanı için hazırladıkları kekleri yiyen üç müşteri, gıda zehirlenmesi nedeniyle hastaneye kaldırılmış. Aklımıza hemen Türkiye’de yaşadığımız gıda zehirlenmeleri geldi. Hiçbirisi ülke gündemine oturmamıştı çünkü. “Polonya’da ne olacak acaba?” diye merak edip süreci de özellikle takip ettik. Bu sürecin devamında şunlar oldu:
- Zehirlenme nedeniyle hastaneye yatan kişilerin tüm hastane masrafları, bu kafenin şirketi tarafından ödendi.
- Polonya hükümeti, bu şirkete yüklü miktarda para cezası uyguladı.
- Zehirlenme olayına neden bu kafe zincirinin ilgili şubesi, belli bir süre kapalı kaldı ve hizmet vermedi.
- Diğer şubelerinde de anında önlem alınarak gelişmeler yapıldı. Günlük olarak üretilen keklerin hepsi, uygun sıcaklıklarda kalması için buzdolabı standının içine kondu. Sıcaklıkları kontrol etmek için de derece kondu.
- Unutmadan, bu zehirlenmeden etkilenen müşterilere tazminat ödendi.
Türkiye’de sıklıkla yaşanan hangi gıda zehirlenmesinde yetkililer tarafından süreç takip ediliyor ve Polonya’daki gibi ceza uygulanıyor? Üstelik bu gibi gıda zehirlenmelerinin Avrupa’da daha nadir yaşanıyor olması da insan sağlığına verilen önemi gösteriyor. Satılan ürünler de piyasaya sürülmeden önce ciddi bir kalite-kontrol sürecinden geçiyor. Aynı zamanda ürünlerin satıcılarıyla da bizzat iletişime gerek içerikleri hakkında detaylı bilgi almanız mümkün. Türkiye’de bu mümkün değil; ama Avrupa’da – evet – mümkün.
Almanya
Temmuz 2019’da Almanya’ya taşınmıştık. O zamandan beri Almanya’da bizi etkileyen birçok olay yaşadık. Bunların hepsini anlatmaya kalksam çok daha uzun bir yazı olacak. O yüzden içlerinden bazılarını sizlere anlatacağım burada da.
*
Almanya’ya taşındığımızın ertesi gününde yaşamamızın yeni bir parçası olacak ve yeni anılar biriktireceğimiz bu şehri, Frankfurt’u keşfetmek için şehir turuna çıkmıştık. Adım adım dolaşarak, ilk gün baya bir kilometre kat etmiştik. O gün hem dinlenmek, hem de o esnada bir şeyler yemek / içmek için bir Alman kafesine girmiştik. Kafede sorumlu olan kişiye siparişimizi verdik. Mutfağa gidip geldikten sonra – hiç unutmuyorum – bize aynen şunları söylemişti:
“Çok özür dileriz, sipariş vermiş olduğunuz x yiyeceğini size veremem. Kontrol ettim ki; istediğiniz o yiyecek tazeliğini yitirmiş. Satışını durdurmam gerekiyor. Onun yerine size şunu öneririm.”
Bu sözleri duyduğumuzda şok olmuştuk. Şok olmamız ne acı değil mi? Toplum olarak “dürüstlük” kavramından o kadar çok uzaklaşmışız ki; zaten olması gereken ve normal olan bir şeye karşı tepki veriyor bünyem. Türkiye’de çoğu esnaf, “Nasılsa insanlar anlamaz” diye bayatlamaya yüz tutmuş yiyecekleri hala satmaya çalışıyor. Türkiye’de yaşarken bu gibi durumlarla o kadar sık karşılaşırdım ki… Bayat yiyeceği “taze” diye insanlara sunarlar ve bundan dolayı özür dilemeyip utanmadan “Size öyle geliyor” derler. Özür dilemezler, bir de sizden bayat yiyeceğin parasını alırlar ve paranızla rezil olduğunuzla kalırsınız.
*
Frankfurt’ta sevdiğimiz ve sürekli alış veriş yaptığımız bir Alman fırını var. Bu fırının her ürünü kaliteli, çok lezzetli ve porsiyonları da büyük. Bir gün sevdiğimiz çörek için sıra bekliyoruz. Çörekleri de dikdörtgen, uzunca bir tepside pişirip dilimliyorlar. Bize sıra geldiğinde sevdiğimiz çörekten iki tane istedik. Tepside de iki büyük dilim ve bu dilimlere denk büyüklükte son bir dilim daha var. Siparişimizi alırken gördük ki; satıcı, o son çöreği de siparişimize koymuş. Bir yanlışlık olduğunu düşünüp iki tane istediğimizi belirttiğimizde “Bugün, şanslı gününüzdesiniz. Bu da bizden olsun.” Dediler ve o dilimden para almadılar. Aynı tazelikte, aynı lezzette, aynı kalitede fazladan bir çöreğimiz daha olmuştu. Türkiye, insanların birbirine sürekli şüphe içinde yaklaşırken Türkiye’de unutulan; ama Almanya’da hala yaşatılan bir değere daha çarpıyorum: Güven. “Güven” kelimesine ne kadar susuz kaldığımı o an, iliklerime kadar hissetmiş ve hissettiğim bu duyguya sıkıca sarılmıştım. Güven, beş harften oluşan ve küçümsenen o kıymetli kavram… İnsanların es geçtiği ve hatta üzerine çıkıp çiğnediği bu değer, oysa ne kadar kıymetliymiş…
*
Bir gün, Frankfurt’tan başka bir noktaya gitmek için otobüse bindim. Durağa daha gelmeden bir kişinin bu otobüse yetişmek için durağa doğru koştuğunu gördüm. Benim gördüğümü otobüs şoförü de görmüş olacak ki; otobüsün hızını keserek durağa doğru daha yavaş bir şekilde ilerledi. O kişi gelene kadar da durakta bekledi ve o kişiyi alarak yolumuza devam ettik. Tanımadığım bu yolcu için içimde mutluluk hissettim. Türkiye’deki çoğu şoförlerin aksine umursamaz bir şekilde yoluna devam etmedi. Avrupa’daki toplu taşımaları kullanan sürücünün geneli, bu şekilde duyarlı davranıyor. Bunlar olurken birden aklıma kendi ülkemde yaşadıklarım aklıma geldi. Türkiye’de okula giderken, işe giderken verdiğim o gereksiz mücadeleyi hatırlıyorum. Alt tarafı toplu taşımayla bir noktadan, bir başka noktaya gideceksiniz; ama karşılaştığınız o saçma olaylar silsilesi, sabah sabah ve daha güne başlamadan sizin tüm enerjinizi sömürüyor.
*
Başka bir gün, kendi ülkemin yemeklerini yemek için Türk yerine gittik. Siparişimizi verdik ve havanın güzelliğinden de istifade etmek için dışarıdaki masalarda oturduk. Siparişimiz gelince masamızın çevresine kuşlar da gelmeye başladı ve bazıları masamıza kondu hatta. Biz, bu canlarla yemeklerimizi güzelce paylaşırken dükkân sahibi içeriden bir hışımla çıkarak geldi ve kuşları kovalamaya başladı. Bu da yetmezmiş gibi “Kuşların masalara konmasını istemiyorum, ben kovdukça onlar geliyor.” Dedi. Biz, yememizi yarıda kestik ve paramızı ödeyerek kalktık o yerden.
Yemeklerimizi de o yemekte hakkı olan dilsiz canlarla paylaşmaya devam ettik. İlk kez gittiğimiz bu yere de son gidişimiz oldu ve bir daha adımımızı atmadık. Uzayda bir toz zerresi kadar dahi yer kaplamıyorken insanoğlunun bu gereksiz kibri, beni çok üzüyor. Sadece kendisinin yaşam hakkı olduğunu düşünüp başka canların yaşam hakkına saygısı olmayan bu gibi şahıslara para kazandırmayı doğru bulmuyorum ve de hak etmediklerini düşünüyorum. Başka bir kültürde yaşayıp da o kültürün iyi özelliklerini kendine almamış ve kendini zerre geliştirmemiş insanlara hayret ediyorum.
Sonuç
Tüm yazılarını, kitaplarını, seminerlerini severek takip ettiğim rahmetli Prof. Dr. Doğan Cüceloğlu aklıma geldi. Var oluş yolculuğumuzda bencil bir tavır içinde davranamayacağımızı, çevremize ve içinde yaşadığımız dünyaya karşı da duyarlı olmamız gerektiğini önemle vurgulardı. Bu da demektir ki; evden dışarı adım attığımızda tanımadığımız insanlarla ve diğer canlarla da iletişim halindeyiz ve birey olarak ne kadar değerliysek karşımızdakiler de o kadar değerli. İşin özünde var oluş yolcuğunun farkında olan birey, çevrenin de farkındadır.
Kendine saygısı olan insan, karşısındaki insana da saygı duyar ve dürüst davranır. Yaptığı işi de doğru bir şekilde yapar, insanları aldatmaktan imtina eder ve dilsiz canların varlığına da saygı duyar. Yukarıda anlattığım durumlar gibi birçok farklı durumlar yaşadık. Dolayısıyla kuşların yiyeceği bir lokma ekmekten bile rahatsız olan şahıs haricindeki bu insanlar, var oluş yolculuğunu özümsemiş bireyler olarak, kendisi haricindeki bireylere de önem veren insanlardır. Kendi ülkemde de saygının, hoşgörünün, dürüstlüğün, güvenin yeniden yeşerdiğini görmek umuduyla… Yeni yazımda tekrar buluşuncaya dek sağlıcakla ve sevgiyle kalın…
Pınar Kaya