Städel Müzesi ve Rembrandt
2021 yılının son ayından herkese merhaba;
Geçen ay, Frankfurt’taki müzelerden biri olan “Alman Film Müzesi” hakkında yazı yazmıştım. Bu ay ise Frankfurt’taki müzelerden biri olan Städel Müzesi ve Rembrandt‘tan bahsetmek istiyorum. “Rembrandt ne alaka” diyebilirsiniz. Yazının ilerleyen satırlarında bunun cevabını göreceksiniz. Benim gibi sanatsever insanların ilgisini çekeceğini düşünüyorum. Öncesinde size Städel Müzesi hakkında kısaca bilgi vermek isterim.
Städel Müzesi
1817 yılında kurulan bu müze, Frankfurt’taki en eski müzelerden biridir. Adını, Frankfurt bankacısı Johann Friedrich Städel’den almaktadır. Günümüzde sanat müzesi olarak hizmet veren bu müze, Main Nehri kenarında olanca görkemi ve tarihi dokusuyla yıllara meydan okuyup sanatseverleri kucaklıyor. Bu müzede 4.000 metrekarelik alan, sergi salonu olarak kullanılıyor ve bir diğer özelliği ise 115.000 kitabı bünyesinde barındıran bir kütüphanesi de olması… Ben, bu kütüphaneyi de çok merak ediyorum.
Städel Müzesi’nde çok sayıda sanat eseri mevcut. Geç Gotik döneminden başlayarak, Rönesans ve Barok dönemi de olmak üzere içinde bulunduğumuz yüzyıla kadar geniş bir yelpaze sunuyor. Sadece tablolar değil; heykeller, fotoğraflar, çizimler, baskılar da bu müzede sergilenmektedir. Her sene, belli bir süre boyunca önemli sanatçıların eserlerine, özel koleksiyonlara ev sahipliği yapmaktadır. Gelelim, benim için en önemli kısmına… Städel Müzesi, 6 Ekim 2021 tarihinden beri önemli sanatçılardan birinin eserlerine ev sahipliği yaparak sanatseverleri bir araya topluyor. 6 Ekim’de başlayan bu sergi, 30 Ocak 2022’ye kadar bu müzede ziyaretçileriyle buluşmaya devam edecektir.
Nennt mich Rembrandt
“Nennt mich Rembrandt” adlı başlık ile Rembrandt’ın eserleri Städel Müzesi’nde sanatseverlerle buluşuyor. Almanca cümleyi tam olarak Türkçe’ye çevirecek olursam, “Bana Rembrandt deyin!” olur. Çünkü bunun Rembrandt tarafından bir hikâyesi var. Öncesinde kendisini biraz anlatmak isterim size…
Rembrandt’ın asıl adı Rembrandt Harmenszoon van Rijn’dir. 17. Yy’da, Hollanda’nın Leiden şehrinde dünyaya gelmiştir. Sanat tarihinin önemli isimlerinden biri kendisi. “Işığın ve gölgelerin ressamı” derler kendisine. Çünkü ışığı ve gölgeyi resimlerinde büyük bir ustalıkla kullanan ender sanatçılardan biridir. Genellikle portreleriyle ön plana çıkıyor. Natürmort, manzara resmileri de mevcut. Tablolar haricinde baskı ve çizim üzerine de eserleri var. Städel Müzesi’ndeki bu sergide gerek portreleri, gerek manzara resimleri, tarihi sahneleri, çizimleri, baskılarıyla Rembrandt’ı keşif yolculuğuna çıkıyorsunuz.
*
Peki; neden Rembrandt, “Bana Rembrandt deyin!” demiş? Aslında bu sergide bu soruya cevap buluyorsunuz. Rembrandt da bir Da Vinci, Michelangelo veya Raffaello gibi kısa isim kullanmak istemiş. Kısa isim kullandığında akıllarda daha çok kalıcı olacağından yola çıkarak aslında kendi markasını yaratmak istemiş. Bu yüzden de “Bana Rembrandt deyin!” diyerek uzun isminden ziyade bu ismiyle tanınmıştır.
Markalaşmak istemesinin en büyük nedenlerden birisi de Amsterdam’ın o dönemde bir ticaret merkezi olması ve haliyle markaların da toplandığı önemli bir şehir olmasıydı. Burada Rembrandt’ın sanatçı kişiliğiyle birlikte pazarlama stratejisini de görüyoruz. Bu durumda aslında bu sergide Rembrandt’ı hem ressam olarak, hem de bir girişimci olarak tanıma şansımız oluyor. Städel Müzesi’nde Rembrandt’ın eserlerinin yanı sıra hocası Pieter Lastman, meslektaşı ve arkadaşı Jan Lievens, öğrencisi Ferdinand Bol ve kendisinden esinlenen başka sanatçıların da eserlerini de görmek mümkün.
Städel Müzesi ve Rembrandt ile Sanat Dolu Bir Gece
Biz, bu sergiyi 25 Kasım akşamı dolaştık. 25 Kasım’da sergiyi dolaşabilmek için de 1 ay öncesinden bilet almıştık ve zamanı iple çekiyorduk. Bizim için, dolu dolu bir akşamdı. Benim en etkilendiğim ve en sevdiğim sanatçı Van Gogh olsa da Rembrandt gibi yetenekli, usta bir sanatçının eserlerini incelemek ve tablolar arasında zaman yolculuğuna çıkmak, eşsiz bir deneyimdi. Van Gogh kadar beni benden almasa da Rembrandt’ın eserlerindeki detaylar, duyguları izleyene hissettirmesindeki ustalık, anı yakalaması, sanatını mükemmel bir biçimde konuşturması gibi birçok özelliktir; Rembrandt’ı Rembrandt yapan…
Bu sergide görmek istediğim mitolojik eserlerinden olan “Ganymede’nin Kaçırılması (The Abduction of Ganymede)” ve “Diana, Actaeon ve Callisto ile Perileri ile Banyo Yapıyor (Diana Bathing with her Nymphs with Actaeon and Callisto)” isimli iki eserini görme şansını yakaladım. Benim en çok etkilendiğim ve en çok görmek istediğim eseri olan “Europa’nın Kaçırılması (The Abduction of Europa)” isimli eserini ise bu sergide göremedim. Böyle bir sergide bu tablosunun yer almaması, şaşırttı beni açıkçası.
*
Bu sergide değerli komşumuz olan Frau Helga da bizimle birlikteydi. Kendisinden de kısaca size söz etmek isterim. Sanat ve müzik konusunda bizimle aynı dili konuşan bu değerli insan ise 78 yaşında bir İngilizce Öğretmeni. Ana dili olan Almanca haricinde İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Lehçe, Yunanca biliyor. Bu dillere ek olarak kendisi Türkçe de öğreniyor. Bu süreçte kendisine yardımcı oluyoruz. Sergiden sonra kendisiyle resimler hakkında sohbet etmek, akımları tartışmak, resimlerin bize hissettirdiği duyguları paylaşmak; çok anlamlı ve değerli bir andı bizim için. Türkiye’de izlediğimiz tiyatrodan, dinlediğimiz opera veya piyano resitalinden, gittiğimiz sergiden sonra onun üzerine konuşabileceğimiz bilgili ve donanımlı insana zor rastladığımız için özlemişiz böylesi bir akşamı…
Sizlerle de bu güzel akşamı paylaşmak istedim. Bir sonraki yazımda buluşuncaya kadar sağlıkla ve sevgiyle kalın…
Pınar Kaya